26 Kasım 2009 Perşembe

Bilgi Sahnesi, Küskün Âşıklar Reji Defteri

Derleyen: Baran Şaşoğlu, Erdem Şenocak

(Okuyacağınız metin “Küskün Âşıklar” oyunun provalarına başladıktan üç hafta sonra, 26 Şubat 2008'de tutmaya başladığımız ve oyuna iki gün kalana, 31 Mart 2008'e kadar tutmaya devam ettiğimiz reji notlarından oluşuyor.)

26.02.2008 – Duygu Akmeşe
Hareket çalışmasına serbest yürüyüşle başladık. Oyundaki karakterlerimize bürünecek şekilde yürümeye başladıktan sonra karakterlerin arasındaki ilişkileri bu yürüyüşlerle ortaya çıkarmaya çalıştık. Ses çeşitlemeleriyle devam ettik. Ezginin Günlüğü’nden “Yüksek Kaldırım” adlı şarkıyı bölümlere ayırdık. Her bölümü ses tınlatıcıları, şiddetleri ve sesin belirli özelliklerini çeşitleyerek söylemeye çalıştık. Sonra oyunun birinci perdesinin ilk dört sahnesini çalışmaya başladık. Erdem Abi gelince çalıştığımız sahneleri gösterdik; onların üzerine konuştuk. Sonrasında Erdem Abi benimle tek başıma ses kullanımı üzerine bir çalışma yaptı. Benden ilk önce karakterimden ve durumdan bağımsız olarak sesimi, yönlendirmeleri doğrultusunda, çeşitlememi istedi. Sonra bu çeşitlemeleri organikleştirmemi yani oyunla, karakterimle ve metinle ilişkilendirmemi talep etti. Çalışma sırasında sesimi daha geniş bir aralıkta kullanabildiğimi fark ettim.

27.02.2008 (Okuma Çalışması) - Şeyda Şıpar
Çalışmada, çevirmeye çalıştığımız, Molière üzerine yazılmış makalelerden birini okuyup tartışmayı planlamıştık. Ancak Deniz çeviriyi tamamlayamadığı için bundan vazgeçildi. Canberk’in yazacağı yazıya da katkıda bulunabileceğini düşünerek Molière üzerine konuşmaya karar verdik. Genel olarak Molière oyunlarının fiziksel eyleme dayandığında hemfikirdik. Bu yüzden metni bir yol gösterici olarak kabul edip onu eylemlerle, küçük oyunlarla süslememiz gerekiyordu. Bunlardan bahsederken konuşma yer yer grubun gidişatının ne durumda olduğuna kaydı: “2 Nisan’a oyunu yetiştirebilecek kadar ilerledik mi ya da ilerleyebilecek miyiz?” Konsantrasyon eksikliği, rolden kopma, Commedia dell’Arte’deki lazzilere* benzeyen, rolü canlı tutacak olan küçük oyunlar bulamama, karakterin tam içine girememe ya da karakteri tam tanıyamama gibi genel sorunlar olduğundan bahsedildi. Bunların üstesinden gelebilmek için karakterleri kalıba sokmamak gerektiğinden, “her insan her şeyi yapabilir” diye düşünerek yola çıkılabileceğinden söz ettik. Konsantrasyon sorununa yardımcı olabilmesi için serbest hareket çalışması yapılabilir fikri ortaya atıldı. Ancak genel olarak notasyon tekniğine** bağlı kalarak çalışmaları sürdürmeye karar verildiğinden bu noktada çıkmaza girdik. Ardından daha az değişkenle yapılacak bir hareket çalışmasının bize yardımcı olabileceği fikrinde birleştik.
Grupta bir umutsuzluğa kapılma eğilimi vardı. Sanırım bir oyun çıkartacağımızı ve bunu hep beraber yapacağımızı daha sık hatırlamamız ve bunun daha çok farkında olmamız gerekiyor. Bu konudan da biraz bahsedildi. Bazı arkadaşlar sahneleri çalışırken bir dış göze ihtiyaç duyduklarını söylediler. Bu noktada rejiden kişilerin bazı gruplarla daha çok ilgilenmesine karar verdik. “Oyunu desteklemek, zenginleştirmek için Molière komedilerinde dekora ne kadar ihtiyaç var?” diye sorduk. Commedia dell’Arte’in dekorsuz ve daha çok sokak, pazar gibi alanlarda oynanması, eylemlere daha çok önem verilmesini tetikliyordu. Bu yüzden dekora çok da ihtiyaç olmadığını düşünüyorduk; ama fikir birliği tam sağlanamadı sanırım bu konuda. Sahnede iyi oynamanın/oynayamamanın partnerle de ilgili olduğu, bu yüzden her oyuncunun diğerine karşı sorumlu olduğuna değinildi. Molière üzerinden başlayıp grubun gidişatını irdelediğimiz verimli bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Umarım etkisi sahne çalışmalarında da görülür.

29.02.2008 - H. Canberk Karaçay
Toplanıyoruz saat 17:00 gibi. Erdem Abi önderliğinde, müzik ekipmanlarımız ile birlikte. Açılış müziği olma ihtimali olan melodi üzerinden enstrümanlarımızla çeşitlemeler yaptık. Bu müzikle ilk sahnenin girişine çalıştık. Müziğin oyuna ayrı bir şeyler katacağı kesin. Ayrıca tüm grubun aynı sahneyi ortak amaçla aynı anda paylaşıyor olması bana keyif ve umut verdi.
Oh, oh! Müzikle her şey daha da güzel olacak.

01.03.2008 - Doğa Göçük
Bugün BS2*** bize aitti. Grup, BS2’de olduğumuz her gün olduğu gibi, bugün de çok enerjikti.
Çalışmaya hareket çalışmasıyla başladık. Baran’ın verdiği değişkenleri uygulayarak hareketler yaptık. Daha çok enerji değişkeni**** üzerinde durduk. Can’ın sorduğu bir soru üzerine tartışmaya başladık. Acaba enerji sadece merkezde mi***** olmalıydı, yoksa tüm vücutta mı? Bu konu üzerine uzun süre konuşuldu; ama sonuca varamadık. Daha sonra Erdem Abi ile konuştuğumuzda enerjinin yerinin merkez-bütün ilişkisi ile belirlenebileceğini söyledi.******
Erdem Abi ses çalışmasında değişkenleri kullanarak sesleri doğru çıkarıp çıkarmadığımızı anlayabilmek için bizi iki gruba ayırdı. Sonra metinlerimizi elimize aldık ve repliklerimizi değişkenleri kullanarak okumaya çalıştık. Daha sonra da repliklerimizi Kardeş Türküler’in “Yanıyorum” adlı şarkısının melodisiyle söylemeye çalıştık.
Sahne çalışmasına geçtik ve ikinci perdenin ilk sahnesini daha izlenebilir hale getirmeye çalıştık. Bütün ekip, küçük aksesuarlar ve müzik aletleriyle sahnenin arkasına oturdu. Biz oynarken ve olayları anlatırken onlar da sahnenin arkasında anlatılanları canlandırmaya çalıştılar. Açıkçası bu sahne beni çok korkutuyordu. Olayların ve entrikaların anlatıldığı uzun tiratlar olduğu için sahne bana göre çok boş kalıyordu. Ama bu çalışmada gördüm ki her sahne bir şekilde eğlenceli hale gelebilirmiş.

04.03.2008 - Süreyya Bursa
Oyuna az kaldı. Artık çalışmaları saat 17:00’ye çektik önce müzik, sonra sahne çalışmak için. Sınıflar dolu olduğundan, havanın güzel olmasını da fırsat bilerek, müzik çalışmasını bahçede yaptık. Top oynadığımız için geciken çalışma Erdem Abi olmadan yaptığımız ilk müzik çalışmamızdı. Fena da geçmedi hani; en azından besteyi hatırladık.

05.03.2008 - Baran Şaşoğlu
Saat 12.30: Okuma çalışmasından önce ben ve Doğa, Süreyya’ya karakteri için ses notasyonu çalışırken yardım ettik.
Saat 19:00 suları: Okuma çalışması için Orhan Veli Şiir Evi’nde toplandık. Çalışma iki bölümden oluştu:
1) Süreyya, Henri Bergson’un “Gülme” adlı kitabının sunumunu yaptı. Gülme çerçevesinde genel olarak komedi, komik olan ve özel olarak (ve aslında doğal olarak) Molière komedisi üzerine tartışmalar yaptık. Süreyya, komedinin çeşitlerinden (durum komedisi, söz komedisi gibi) bahsetti.
2) Molière üzerine yazılmış makalelerden birinin çevirisini bitiren Deniz, bu çeviriyi çoğaltarak geldi çalışmaya ve makaleyi birlikte okuyup tartıştık.
Böylece çalışma sona erdi. Hesap, Alman usulü ödendi. Mekân terk edildi.

06.03.2008 (Ek Çalışma) - Adem Demirci
Saat 18.30’da sınıfa geldiğimde Süreyya, Baran ve Canberk çoktan hareket çalışması yapmışlardı ve dediklerine göre çalışma bir hayli verimli geçmişti. İki gruba ayrıldık. Süreyya ve ben Mascarille-Albert sahnesine çalışırken geri kalanlar ilk sahnelere baktılar. Mascarille-Albert sahnesinde ezber sorunu büyük oranda bitmişti ama mizansen ve diksiyon hala büyük bir sorun olarak gözüküyordu. Sahne çok hareketli olmalıyken, mizansen düzenlemekle uğraşmaktan dolayı hareketlerimiz kısıtlı kaldı. “Pantolon indirmek” türünden espriler de pek yerinde olmamıştı. Erdem Abi ile çalışırken tüm sahneyi değiştirdik. Baştan başladık ve bol hareketli ve kovalamacalı bir sahne oluşturduk. Tabii bu sırada benim diksiyon sorunum sınırları zorladı ve çalışmayı bir hayli uzattı. Bu sırada Süreyya’nın sinirleri de gerildi. Sahne tamamlandığında ikimizin de içine pek sinmedi. Gün sonunda, bu sene diksiyon sorunumu aşamadığım takdirde gelecek seneye dair tiyatro planlarımda değişiklik yapmam gerektiği düşüncesine kapıldım. Umarım diksiyon ve oyunculuğumu düzeltirim de bu olumsuz düşüncelerim değişir. Mascarille-Albert sahnesi tamamlandıktan sonra bir ara verdik. Arada güncel olaylar hakkında sohbet ettik (32. Gün, türban ve Kürt sorunu gibi). Aradan sonra Eraste-Valère-René sahnelerine baktık. Bunlar en çok çalışılan sahneler oldukları için fazla hata olmadı. Arkadaşların eklediği birkaç espri ile sahne tamamlandı. Bu çalışma boş günümüzde yaptığımız, isteğe bağlı bir çalışmaydı. Nedense sadece erkekler çalışmaya katıldı. Hayırlısı...

07.03.2008 - Adem Demirci
Bugün çalıştığımız sahneleri akış halinde Celal Abi’ye gösterecektik. O yüzden hepimizde bir heyecan ve telaş vardı. 19:00’da sahnelerimizi tekrar gözden geçirmek için sınıflara dağıldık. Saat 21:00’e doğru bir teknik akış aldık. Müzikli bölümlerin ve sahnelere giriş-çıkışların provasını yaptık. Sınıfta ilk defa çalıştığımız için birkaç giriş-çıkışı değiştirdik. Celal Abi, Mehmet Kimyon ve Melike’ye akışımızı sunduk. Akış bir saat beş dakika sürdü. Bu olması gerekenden fazlaydı. Oturup hepimiz Celal Abi’nin yorumlarını, uyarılarını dinledik. Genel olarak sorun diksiyondu. Bununla beraber akış sırasında replik veya hareket unutma, gereksiz gülme gibi sorunlar da yaşadık. Yeni sahnelere geçmeden aynı sahnelere çalışmaya bir müddet daha devam edeceğiz. Bugünle beraber oyuna üç hafta beş gün kaldı. Umarım bu kısıtlı sürede sorunları gideririz.

08.03.2008 - Deniz Olgaç
Oh be! Oh be! Sonunda hasret kaldığım bir çalışma yaptık bugün! Celal Abi geldi ve sahnelere tek tek hep birlikte baktık. Bireysel çalışma yapmaya o kadar alışmışız ki Celal Abi ilk sahneye bakmaya başlayınca herkes arka sıralara çekilip bir şeyler yazmaya başladı, ben de dâhil. İlk sahneme yaptığım gibi diğer sahnelerime de notasyon uygulaması yapmak istiyordum, “fırsat bu fırsat” deyip çalışmaya koyuldum. Fakat Celal Abi, bir soru sorunca ve kimse cevaplayamayınca durumun farkına vardım ve daha öne geçip sahneyle ilgilenmeye başladım. Birinci sahne üzerinde bayağı vakit geçirdik ve çoğunlukla Canberk’le ilgilendi Celal Abi. Pes sesi ağzını kasarak çıkarmak yerine tınlatıcılarını kullanarak çıkarmasının daha doğru olduğu söyledi; çünkü ağzı kasmak aslında vücudu kasmakla aynı şey. Hareket/ses özgürlüğü çok fazla kısıtlanmış oluyor ve bu, yaratımı ve çeşitlendirmeyi engelleyebiliyor. Oyuncu tek bir kalıp içine hapsolmuş oluyor. Ayrıca bunun yanı sıra (teknik olarak) sesi dudak hareketiyle çıkarmak yerine tınlatıcılar yoluyla çıkarmak daha doğru sanırım. Celal Abi, bu çalışma sırasında yenilerin üzerinden hepimize tiyatro algılarımızı bir kez daha hatırlattı. Kendini boşaltmamak, yüz maskı bulmak, postür bulmak, konsantrasyonu bozmamak, bozulduğu anda farkına varıp düzeltmeye çalışmak, replik beklememek, karşındakini gerçekten dinlemek, sahne üzerinde düşünmemek gibi. Bunları hatırlayarak yapılan bir çalışmadan sonra Canberk’in performansı oldukça gelişmişti; ama her zaman yapacak bir iki ekstra şey daha oluyordu. O anda çok önemli bir şeyi daha hatırlamış oldum kendi kendime: Hep bir tık ötesi var, ilerlemek, gelişmek hiçbir zaman bitmiyor. İşte tiyatronun hayata dair söylediği güzel şeylerden biri daha… Evet, sahneye çıkacağımız ana kadar ve sahneye çıktığımız anda da gelişmemiz devam etmeli, her zaman daha da, daha da, daha da iyisini yapabiliriz ya da en azından yapmayı denemeliyiz. Yerinde saymak iyi bir şey değil. İyi bir oyuncu ve iyi bir insan olma yolunda yapılacak en büyük hatalardan biri “Ben oldum.” demek sanırım. Keşke bütün ilişkilerimizde de bundan kaçabilsek ve çabalamaktan vazgeçmesek. Her neyse, sıra benim sahneme gelince şunu fark ettim: Celal Abi’nin ve tüm grubun karşısında çalışma yapınca daha enerjik ve hevesli oluyorum. Tabii bunda heyecanın büyük payı var. Ama onun dışında tüm gruptan bana yayılan olumlu enerjinin de payı olduğunu düşünüyorum. Bundan dolayı bu tür çalışmaların çok büyük etkisi oluyor bende; çünkü Bilgi Sahnesi’ndeki her senemde mutlaka bir isteksizlik bunalımı dönemim oldu. Çalışmaya gitmek istemedim, rolüme çalışmak istemedim, vs… Artık annem bu durumuma o kadar alışmış ki bu sene anlattığımda “Geçer, geçer…” dedi. Neyse… Bu dönemleri atlatmamda grubun bana verdiği enerji etkili oluyor demek istiyordum kısacası. Ama yine de tek başına çalışmanın da çok büyük avantajları olduğunu kabul etmek durumundayım. Bir kere, rolünle baş başa kalabiliyor ve üzerine uzun uzun düşünebiliyorsun. Molière’e uygun küçük oyunlar bulabilmek için de yalnız kalmak daha iyi. Ayrıca tiplemeyi oturtma evresinde de kendinle baş başa kalmalısın. Bu arada bir şeyi unuttum. Çalışmanın başında enstrümanlarımızla sahneye girişlerimize çalıştık ve Celal Abi hepimizden enstrümanımıza uygun bir yürüyüş bulup öyle yürümemizi istedi. 15 dakika buna çalıştık. Benim enstrümanım (üçgen zil) bir kere vurulduktan sonra tınlaması devam eden bir ses çıkardığı için, adım atıp gerideki ayağımı yerde sürüdüğüm bir yürüyüş buldum. Sanki o sürünme tınlamayı sembolize ediyormuş gibi. Herkes buna benzer, kendi ritmine uygun hareketler buldu ve sahneye öyle girdik. Eminim daha iyi olmuştur. Daha sonra Can’ın mandolini çalmaya devam ederek Eraste’ı gıcık edişi üzerinde bayağı durduk. Burada da Celal Abi durmanın en zor ve en önemli hareketlerden biri olduğunu hatırlattı. İlk sene özellikle de bir yüz maskı (“Kel Şarkıcı”nın ilk sahnesinde birkaç yerde sırıtarak on, on beş saniye durmam gerekiyordu) ile durabilmek üzerinde Celal Abi ile uzun süre çalışmıştık. Bugün Can’ın ilk başta alışamadığı ve yapamadığı gibi ben de oldukça zorlanmıştım. O durma anları seyircinin kafasında kalacak fotoğraflardandır ve duyguyu, durumu, tiplemeyi en yoğun verecek eylemlerdendir. Postür de aynı şekilde… Işılay’la Doğa’nın sahnesi çalışılırken bir önemli konu daha girdi devreye: dramaturji. Oyunu çok dikkatli okumalı; durum ve karakterler üzerine iyice düşünmeliydik ki rolümüzü yanlış bir yorum üzerine inşa etmeyelim. Her karakterin içinde bulunduğu durumdan, geçmişinden, kişiliğinden ileri gelen tepkileri var ve biz de bu tepkileri doğru şekillendirmekle yükümlüyüz. Evet, her insanın her şeyi yapabileceği gibi her karakter de her hareketi yapabilir; ama hiçbir konuda olmadığı gibi bu konuda da sonsuz özgürlüğümüz yok. Tiplemenin çizeceği birtakım sınırlar olacaktır illa ki. O sınırların içinde hareket çeşitliliği yaratma özgürlüğümüz var. Mesela Mascarille’i pes sesli, çok ağır yürüyen bir karakter olarak düşünemiyorum. Çalışma bitince son söz olarak Celal Abi, oyunu baştan okumamızı ve karakterlerimiz üzerine tekrar düşünmemizi öğütledi. Bence çok iyi fikir!

11.03.2008 - Ruken Gülağacı
10–15 dakikalık olağan gecikmeyle hareket ve ses çalışmasına başladık. Ben biraz hasta olduğum için sadece ses bölümüne eşlik ettim ve bu sayede Süreyya’nın yönlendirmesiyle yapılan çalışmayı rahatça gözlemleyebildim. Hareket çalışmasında ortak ritim yaratmakta önce zorlanılsa da daha sonrasında uyum sağlandı. Sahne çalışmak için sınıflara dağıldık; döndüğümüzde Erdem Abi, Ascaigne-Frosine sahnesine bakıyordu. Bu sahne çalışılırken Erdem Abi dikkatin, etki-tepkinin, farkındalığın ve karşındakini dinlemenin role oldukça katkı sağladığı üzerinde durdu. Ayrıca sahneye yeni ufak oyunlar eklendi, Doğa’nın sırrını açıkladığı bölüme eklenen oyunun peşinden, Erdem Abi hepimizin karakterlerimize bir şekilde iç ses yaratmamız ve onu kaybetmememiz gerektiğini vurguladı. Işılay’ın iç sesinin sürekliliğini kontrol etmek için bir süre ondan içinden geçirdiklerini yüksek sesle oynamasını istedi. Daha sonra Doğa ile Işılay, Erdem Abi’nin talimatlarıyla onun belirttiği anı oynamaya başladılar. Daha net olarak anlatayım: Erdem Abi onlardan nötr şekilde durmalarını istedi. El çırptığı an onun belirttiği repliğe ve o ana geri döneceklerdi. Gözlemlediğim kadarıyla ikisi de bu çalışmada zorlansalar da başarılı oldular. Sahnenin devamında Doğa’nın erkek-kız geçişleri ve daha net mimik ve duruş sağlaması üzerinde duruldu. 23.30 gibi çalışma bitti!

12.03.2008 - C. Can Yusufoğlu
Bugün bizim okuma çalışması günümüz normalde; ama Seyyar Sahne’nin oynadığı “Kuşlar Meclisi” adlı oyunu izledik. Okuma çalışmasını yarına erteledik. Kuşlar Meclisi’ni izlerken bizim şu an kullandığımız notasyon sisteminin ustalıkla kullanılışını gördüm. Seyyar Sahne’nin oyunlarını izlerken (“Vaiz”, “Ben, Pierre Rivière…”, “Kuşlar Meclisi”) – ki bunlar son dönem oyunları sanırım – içim ürperiyor. Ses ve hareket, karakter belirleyici iki ana unsurdur. Gündelik hayatta da bu açıkça görülebilir, oyunculukta da. Seyyar Sahne’nin kuşları ötüyor sahnede. Beden (gövde) hacmi, akışkanlık, yükseklik gibi değişkenleri******* kullandıklarını rahatlıkla gördüm. Tınlatıcılarını ustalıkla kullanıyorlardı. Bir pes ses salonu titretebiliyordu. Seyyar Sahne, oyunlara birer beste gibi yaklaşıyor sanırım. Hareket biçimlendirme sistemine notasyon denmesi tesadüf olmasa gerek. Bu sistem, sahnede hiçbir şeyin plansız olmaması gerektiği ilkesinden doğmuş gibi duruyor. Seyyar Sahne, bir oyun hazırlarken sanırım aynı zamanda bir beste yapıyor. İTÜ İşletme Fakültesi Tiyatro Salonu karanlık bir yer. Karanlık, yaratım ve üretim için gerekli olan yerdir.

13.03.2008 (Dramaturji Toplantısı) - C. Can Yusufoğlu
Bugün okuma çalışmasında dramaturji toplantısı yaptık. Sanırım oyunu algılayışımız ortak değildi. Oyunu hep beraber oynadığımıza göre herkesin aynı heyecanla oynaması güzelleştirir “oyun”u.
Toplantıda kafamdan aylardır fışkıran düşünceler konuşuluyordu. Yani Celal Abi’nin söylediklerine ya haddinden fazla bir hızla ikna oluyordum ya da Bilgi Sahnesi’ndeki oyunculuk çalışmaları bende de benzer düşünceler filizlenmesine sebep olmuş. Ancak bugüne kadar oyunculukla, oyunla ilgili gördüğüm, duyduğum birçok şey belagat ile ifade edildi bu toplantıda Celal Mordeniz tarafından. “İnsanlar oraya Molière’i izlemeye gelmiyorlar, oyunu oynayan topluluğu görmeye geliyorlar.” dedi Celal Abi mesela.(Yani söylediği neredeyse buydu.) “İnsanın hareketleri, hareket alışkanlıkları karakterini belirler.” dedi.
Eraste’ı tanımaya çalıştık. Baran, Eraste’nin aklının, fikrinin aslında Valere’i çatlatmakta olduğunu söyledi. Bunun üzerine Celal Abi, Hegel ve Lacan’dan örnekler verdi: Arzu, diye bir şeyin olması için, mesela Eraste’larda Lucille’lere karşı, Valere’lerin olması gerekir. Diğer bir deyişle; Eraste’ların Lucille’leri arzulaması için bir üçgen oluşması gerekir.
Celal Abi, alıntılara devam etti, Hegel’in efendi-köle diyalektiğinden bahsetti. Efendiler, bir özgürlük mücadelesi içinde olmadıklarından soyutlama yetenekleri yoktur. Emek, uğraş gibi şeyler söz konusu değildir onlar için. Köleler ise başkaları için çalıştıklarından kendi içgüdülerini bastırıyorlar. Bu yüzden de soyutlama güçleri var.
Hegel’in açıkladığı diyalektikle Molière’in bir oyununda karşılaşmak güzel. Celal Abi, Hegel, Lacan ve Freud’dan alıntılar yaparken benim de oyun hakkındaki fikirlerim, oyunun bana düşündürttükleri sağlam bir temel bulma yoluna girdi.
Oyuna yönelik tavrımızı konuşmaya başladık. Ben hep alay tavrıyla yaklaştığımı söyledim. Süreyya grotesk dedi. Grotesk’in ne demek olduğunu konuşmaya başladık. Celal Abi örneklerle açıklamaya çalıştı:
“Birine, ‘Seni seviyorum’u aynı tonda sekiz kere üst üste söylersen ne olur? Dehşet çıkar ortaya. Grotesk, öze dair olanı çıkarmak için bir yöntemdir. Öze dair olan abartılıp görünür kılınmıştır.”
Bu toplantı oynadığımız oyunda ortak bir yaklaşım kurmamız için önemli bir adımdı. Oyuncuların yorumlarından grupta bir anlayış farklılığı olduğu anlaşılıyordu. Sanırım bundan sonra daha ortak bir anlayışla sahnelerimizi çalışacağız.

14.03.2008
C. Can Yusufoğlu
Üzerine yoğunlaşmamız gereken şey: Nefes kullanımı.
- “Sahne üzerindeki yaşam da nefese dayanır.”
- “Şuurlu nefes alıp verin.”

15.03.2008 - C. Can Yusufoğlu
Çalışmaya sessiz başladık. Bir çember (yarım çember) olarak oturduk. Oyunu ses çıkarmadan oynadık. Bu kesinlikle ihtiyacımız olan çalışmaydı: Replik söylemeyince hareket oyunlarında boşluğa düştüğümü gördüm. Bu sakıncalı bir durum. Sesli akış alırken de bu durumu fark etmiştim ve rahatsız oluyordum. Repliklerin sesi iyice kısıldığında, konuşmalar ortadan kalktığında iletişimi yalnızca hareketlerimizle kurmaya çalıştık. Bu çoğu oyuncuda daha özgür hareketlerin görünmesini sağladı.

18.03.2008 - C. Can Yusufoğlu
Bugün oldukça uzun zamandan sonra BS2’deydik. Ben, atölye çalışmasından döndüğüm için bir saat geç geldim. Geldiğimde herkes harıl harıl çalışıyordu. Atölyede öğrendiklerimden memnunum; ancak gruptan kopmak beni üzüyor. Ortak bedenden koptuğumu hissediyorum. Bugün, Erdem Abi Valere’in Mascarille’i kovaladığı sahneyi epey eşeledi. Bu sahnede hâlâ birtakım belirsizlikler var. Aksiyon biraz tesadüfen ortaya çıkıyor. Her seferinde farklı hareket ediyoruz.

21.03.2008 - Işılay Şahin
Akış alınacak günlerden birisiydi. Akış almaya başlayınca yine bir heyecan hali yaşadık. Celal Abi de bizi izlediğinden ve onun tepkisini merakla beklediğimizden heyecan arttı tabii. Akış bitince her zamanki gibi Celal Abi’nin önüne dizildik. Bize öncelikle nefesi doğru kullanmanın sahnede de yaşamda da ne kadar önemli olduğu üzerine bir konuşma yaptı. Akabinde bu konuda inanılmaz problemler yaşadığımızı, bunların sahnelerimizi etkilediğini ve diksiyon problemlerinin de bundan ileri geldiğini söyledi. “Yarın ses kaydı yapacağız, siz de dinleyeceksiniz” dedi. Bu, diksiyon sorunlarımı fark etmem açısından yararlı olur diye umut ediyorum. Bunun dışında Canberk-Baran-Süreyya’nın sahnesinden ebeleme oyunu, Deniz ile Duygu’nun sahnesinden köpek taklidi oyunu ve de bizim sahnelerimizden canlandırma oyunları atıldı. Bu, bizim sahneye en baştan başlayacağız demek sanırım.

22.03.2008 - Süreyya Bursa
Çalışma öncesi, yaptığımız değişiklik ve düzenlemeleri ortak bir metne aktardık. Erdem Abi, son akışta gözlenen nefes ve denge sorunları yüzünden uzun bir nefes çalışması yaptırdı. Diyafram kullanımı ve ritim içermesi sebebiyle çalışma katılımcıları içine çekti. Bu uzun çalışmadan sonra ara verdik. Oyuna on iki gün var; bu yüzden hem Celal Abi hem de Erdem Abi bizimle. Bakmadığımız bütün sahnelere bakmamız tembihlendi. Ben de Can olmadığı için korkulu rüyam olan beşinci perdedeki tiradım üstüne çalıştım. Giriş kısmını hazırladıktan sonra görüş almaya ihtiyacım olduğunu fark edip tiradı Erdem Abi’ye sundum. Dramaturjik birkaç hatamı düzeltmesi beni de tiradı da rahatlattı. Bir de kostümler için Mehmet Kimyon uğradı. Tiplemelerimizi tanıtan kısa bilgiler aldı bizden. Yarın da gelecek ve ölçü alacak. Tirat, kostüm, sırada ışık… Az kaldı, az!

23.03.2008 (Ek Çalışma) - Baran Şaşoğlu
Çalışmaya (zorunlu olmadığı için) 8 kişi katıldı, Adem’in de geç gelmesi nedeni ile 7 kişi, Erdem Abi’nin yönlendirmesiyle hareket-ses-nefes çalışarak başladık. Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde birisinin yaptığı hareketi taklit etmeye başladık. Daha sonra hareketin bir değişkenini değiştirmeye ve kimin hangi değişkeni değiştirdiğini anlamaya çalıştık. Daha sonra ikiye ayrıldık. Bir kısım, oyundaki Mascarille, diğer kısım da Baba oldu. Mascarilleler Babalar ile ilişkiye geçti. Son olarak da bir kişinin yaptığı bir yürüyüşü aynı şekilde yapmaya çalıştık. Böylece çalışma sona erdi. (Sahnelere de çalıştık tabii.)

25.03.2008 - H. Canberk Karaçay
Oyuna az kala…
Mehmet Abi geldi, kostümler için daha önce ölçüsü alınmayanların ölçülerini aldı. Çalışmalar –Erdem Abi’nin geç katılımıyla– devam etti. Çalışmanın en sonunda 5. perde 8. sahneye baktık, yani son sahneye. Son sahnenin üstünkörü de olsa çalışılması, bize oyunun neresinde olduğumuzu hatırlattı. Ancak her şey daha enerjik, istekli ve kararlı olmalı galiba. BS2’ye geçememiş olmamızın verdiği bir kopukluk var. Herkes farklı bir yerde çalışıyor. Eğer BS2’ye geçersek daha iyi konsantrasyon sağlarız ve oyuna bir bütün olarak bakabiliriz.

26.03.2008 - H. Canberk Karaçay
Oyuna daha da yaklaştık. Sahnelerin tümüne baktık; ama bazı sahneler detaylı çalışılmadı. Celal ve Erdem Abi ile son sahneye baktık. Biraz eğlendik (cıvıdı yani); ama sahnenin temeli çıktı sayılır. Süreyya ve Baran ile 1. perde 4. sahneye çalışırken Celal Abi’nin hışmına uğradım. Aslında iyi oldu. Yaptıklarımın hâlâ Rene’nin gözünden olmadığını fark ettim. Her hareketin amacını ve manasını bulmam gerektiğinin farkındayım. Şu an bu bana yük gibi gelse de, daha sonra benim için vazgeçilmez olacak sanırım. En azından Celal Abi’nin sözlerinden bunu anlayabiliriz: “Öncelikle anlattıklarımı unutun ve oynayın!”

28.03.2008 - Şeyda Şıpar
Oyuna az kaldı, çalışmalar sıklaştı. Bundan sonra oyuna kadar her gün çalışma olacak. Bugün çalışmaya serbest yürüyüşle başladık. Sonra tiplemelerimizi canlandırarak dağınık olarak yürüdük. Repliklerimizi de tekrar ettik bir yandan. Sonra aynı tipleme içinde yürümeye başladık. Bu çalışmayla oyundaki karakterleri ve ilişkilerini biraz daha iyi anlayabildiğimizi düşünüyorum. Sahne çalışmalarını Celal Abi yaptırdı. Artık az-çok oyunun havası yakalandığı için ayrıntılar üzerine gidildi. Birkaç haftadır grup grup çalışıyorduk, bugünse hep beraberdik; güzeldi. Baştan beri Molière’den bir oyun seçilmesinden yanaydım ve oyuna 5 gün kala doğru seçim yapıldığını düşünüyorum. Oyunun her sahnesinde, her tiplemesinde eğlendiğimi, iyi hissettiğimi fark ettim. Seyirciyle buluşmaya az kaldı, heyecan artıyor sanırım herkeste. Umarım bu heyecan, enerjimizi de tetikler. Oyun, doğal olarak fazlasıyla gündemimizde. 2 Nisan’daki ilk gösterimden sonra Adana’ya yolculuğumuz var. 4’ünde Çukurova Üniversitesi’nde oynayacağız. Bu turne ayağı için de ben şimdiden heyecanlıyım. Vizeler, gösterimler, çalışmalar… Yoğun bir dönemdeyiz. Umarım her şeyin üstesinden gelebilirim, gelebiliriz. Yorucu olsa da sonuçlar iyi, kazanımlar çok olunca insan çabalamaya daha da hevesleniyor zaten.

30.03.2008 - Ruken Gülağacı
Yaz saati uygulamasının farkında olmayanların geç gelmesi sebebiyle oluşan rötardan dolayı çalışmaya biraz geç başladık. Son üç gün olduğu için artık detaylar ve temponun arttırılması üzerinde duruyoruz. Espriler, küçük oyuncuklar atılıyor, replikler, tepkiler ve sahneler kısalıyor. Program dergisine konulacak kişisel yazılarımız için toplu bir yazı çalışması yaptık. Yazı çalışmasının ardından, Celal Abi oyundan önce yapması gerektiğini hissettiği, bizim titreyip kendimize gelmemizi sağlayacak olan konuşmayı yaptı. Bir önceki provada hepimizi çok sert eleştirmişti ve moraller bozuktu. Olumsuzlama ile çalışan bir gelenekten geldiği halde bize bu süreç içerisinde karşı çok olumlu davrandığını ve aslında olumsuzlamanın oyuncuda daha olumlu bir etki yarattığını düşündüğünü söyledi. Biz de zaten olumlu bir durum yokken olumsuz konuşmanın doğru olduğunu söyledik. Fakat Süreyya, bu noktada içine girdiğimiz bu matem havasından çıkmamız gerektiğini söyledi ve haklı! Bu hava, enerjimizi, yaratıcılığımızı ve sahnedeki rahatlığımızı olumsuz etkileyebilir ve şu günlerde en son ihtiyacımız olan bu. Celal Abi, burada hiçbir gereği yokken hep beraber bir şeyler yapabiliyor olmanın ve grup olmanın önemini, güzelliğini vurguladı. Ayrıca Canberk yaratma ve çalışma sürecinin önemine ve güzelliğine dikkat çekti. Bu konuşma ile ben tekrardan bir şeylerin farkına vardım: Grup olmak, beraber bir şeyler yapmak, yapamamak ve yapmaya çalışmak! Umarım bu konuşma ile hepimiz daha da rahatlayıp enerji kazanırız. Konuşmanın ardından akış aldık. Enerjimiz daha iyiydi sanki belki de konuşma işe yaramıştır!

31.03.2008 - Süreyya Bursa
BS2’nin 16:00’da boşaldığını bildiğimiz için çalışmaya mümkün olduğunca erken gelmeye çalıştık. Gruptaki yoğun enerji hissedilebiliyordu. Bunun sebebi oyuna 2 gün kalmasıdır sanırım. Ama fazlasıyla olumlu bir hava vardı salonda. İlk akışın yarattığı matem havasının ardından alınan ikinci akışın daha iyi olduğunun sezilmesi, grubu daha da iyi olabileceğimize inandırmış sanırım. Bireysel ve grup halinde çalışmalardan sonra akışa geçtik. Kendi adıma karamsardım. Bir türlü içime sinmiyordu performansım. Ancak 3. perdenin ortalarında bir yerde bir kırılma anı hissettim. Oradan sonra oyunun aktığını hissettim. Oyun sonuna kadar bu hissim devam etti. (Tabii tiradım hariç; oraya tekrar bakmam gerekecek.) Ve eleştirileri aldık. Saat 23:00 falandı; ancak biz kostümleri bekliyorduk. Bir de kostümlü akış alacaktık. Fakat salon görevlisi Hakan Abi gittiği için ışıksız olacaktı. Ama olsun. 12’ye doğru gelen kostümler gruba enerji vermeye yetmişti, varsın ışıksız olsun. Bu akış diğerinden daha iyiydi, daha az hata yapıldı. Mizansen sorunları aşıldı. Seyyar Sahne’den Mahmut da bol bol fotoğraf çekti. Sonunda selam da çalıştık (geçen sene de çalışsaydık keşke). Akışın ardından hızlıca eleştirileri aldık. Espri yapmamamız gerektiği söylendi. “Oynayın!” dedi Celal, espri oradan çıkar. “Espri yapıyorum diye hazırlanırsanız espriye yazık olur”, dedi. Haklı. Buna dikkat edeceğim. Ertesi gün için heyecanlı bir halde, saat 02:00 civarında okuldan ayrıldık.
*Lazzi: Commedia dell'Arte oyuncularının güldürücü eylemleri.
**Notasyon tekniği olarak sözünü ettiğimiz şey, Laban’dan esinlenerek hareket çalışmamıza uyarladığımız bir biçimdir. Müziğin kâğıda dökülebilmesi gibi hareketin de kâğıda dökülebilirliği fikrinden doğmuştur. Bu biçimde, hareketin birbirinden bağımsız temel özellikleri ve bu özelliklerin dereceleri belirlenir. Oyunculardan bu özellikler çerçevesinde hareket etmesi beklenir.
***İstanbul Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü’nde tiyatro çalışmalarının yapıldığı ve oyunların sahnelendiği salon
****Enerji değişkeni, notasyon yöntemi olarak adlandırdığımız çalışma biçimindeki hareketin bağımsız temel özelliklerinden biridir. Enerji, kısaca vücut gerginliği olarak tanımlanabilir.
*****Merkez: hareketin çıkış noktası olan, vücutta herhangi bir yer. (eller, ayaklar, kalça, kafa vb.)
******Merkez-bütün ilişkisi değişkeni, notasyon yönteminde hareketin ne ölçüde tüm vücutla, ne ölçüde merkez tabanlı yapılması gerektiğini belirleyen temel özelliklerden birisidir.
*******Notasyon yöntemi adlı çalışma biçiminde kullanılan bazı bağımsız temel hareket özellikleri.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder