5 Ocak 2010 Salı

"Ben, Pierre Riviere..." Diyarbakır Turnesi Haziran 2006

Senem Donatan



10 Haziran 2006

Diyarbakır’daki ilk oyun öncesi epey gergindim, çünkü Erdem önceki gece çok az uyudu, her şey son anda netleştiği için uzun bir aradan sonra sadece iki kere prova alabilmişti İstanbul’da. Ve en önemlisi Celal İran’a gitttiği için bu turneye gelememişti.

Oyun için Serkanların düşündüğü yere gidince iyice panikledim. Yer tahmin ettiğimden çok daha gürültülüydü. Etrafta bir sürü çocuk bağıra çağıra oyun oynuyordu. Çevredeki apartmanlarda oturanlar sıcaktan kendilerini balkona atmış, açık havada muhabbet ediyorlardı. Oyun alanının hemen yanı başındaki kafeler tıklım tıklım doluydu. Tavla zarlarının sesleri okey taşlarınınkine karışıyordu. Bu cümbüşün içinde nasıl oynanacak bu oyun diye kara kara düşünmeye başladım. Bir yandan gerginliğimi Erdem'e çaktırmamaya çalışıyordum (ki bu benim için oldukça zor oluyordu), bir yandan da Celal’in yokluğunu hissettirmemeye çabalıyordum (ki bu zaten mümkün olmuyordu).

Serkanların bizi ağırladığı evden çıkarken Hilal de ben de vücut çalışması kıyafetlerimizi giydik. Önceden anlaşmıştık, Erdem’le birlikte hazırlanacaktık oyuna. Erdem şaşırdı ama sanırım hoşuna da gitti bu durum. Oyundan önce bir apartmanın avlusunda üçümüz birlikte ısındık.

Oyun çok etkileyiciydi. Duygu’nun dediğine bakılırsa ben bütün oyunu ağzım açık izlemişim. Valla doğrudur. Gerçekten çok etkilendim. Bir kere bu oyun kesinlikle yerde oturarak, Erdem'in yakınında izlenmeli. Çok farklı bir etki oluşuyor, çok daha yakın hissediyorsun kendini Pierre'e. Tabii Erdem de seyirciyi kapsamak için canla başla uğraştı ve bunu başardı da. Etraftaki cümbüşe rağmen yaklaşık 50-60 kişi (ki çoğu ayakta) 50 dakika boyunca kopmadan izledi oyunu. En dikkatli izleyiciler de çocuklardı. Başta çocuklar pek rağbet göstermedi, oyun oynuyorlardı yan tarafta, ya da sakız, mendil filan satıyorlardı, sonra yavaş yavaş hepsi oturup izlemeye başladı. Hatta konuşan olursa birbirlerini susturuyorlardı, o denli pür dikkat izlediler. Zaten oyundan hemen sonra Erdem'in başına üşüşüp konuya dair detaylı sorular soranlar da yine çocuklar oldu.

Oyun başlamadan önce gelen seyirciler Erdem'in oyun alanının önünü yarım daire şeklinde kaplamıştı. Oyun başladıktan sonra gelenler Erdem’in arkasına oturdu, böylece Erdem’in her yanı seyirciyle kuşatıldı. İzleyenler arasında bir de köpek vardı. Köpek bir ara oyun alanına girip Erdem’e saldırdı. Neyse ki köpeğin sahipleri hayvanı kontrol altına alıp alelacele oradan uzaklaştırdılar. Erdem’in köpeğe herhangi bir tepki vermemesi –korkudan biraz olsun bile irkilmemesi- seyircinin Erdem’e olan hayranlığının bir kat daha artmasına sebep oldu. Oyunun sonunda Erdem köpek ve sahiplerinin boşalttığı yere oturarak seyirci çemberini tamamladı. Önce kimse anlamadı oyunun bittiğini. Erdem kafasıyla birine selam veren kadar herkes meraklı gözlerle Erdem’e baktı, acaba oyun devam edecek mi yoksa burada bitecek mi diye. Erdem ise “valla benden bu kadar” dercesine naifçe gülümsedi. Akabinde ortalıkta bir curcunadır koptu. Seyreden herkes -çocuklar başta olmak üzere- Erdem’in başına üşüştü.

Seyirciyle bundan daha öte bir buluşma düşünülebilir mi? Bugün böyle bir deneyimin parçası olduğum içim kendimi çok şanslı hissettim.


11 Haziran 2006

Diyarbakır’a gitmemizin “Ben Pierre Riviere…” oyununun gösteriminin yanı sıra ikinci bir amacı da vardı: Serkan vasıtasıyla daha önceden ilişkiye geçtiğimiz Diyarbakırlı tiyatrocu arkadaşlarla bir atölye çalışması yapmak. Niyetimiz Grotowski, Meyerhold, Barba gibi 20. yüzyılın büyük tiyatro adamlarının kuramlarından ve çalışma yöntemlerinden hareketle, yaklaşık bir senedir üzerinde yoğunlaştığımız beden ve ses çalışmalarında edindiğimiz deneyimleri Diyarbakırlı tiyatroculara aktarmaktı.

İlk günkü muhabbetler sonucu fark ettik ki, Diyarbakır’da tiyatro yapan bir sürü kişi var ama hepsi proje odaklı bir araya geliyor ve hemen sonrasında dağılıyor. Tıpkı “Dünyanın En Güzel Hikayesi” (DEGH) oyununun kadrosu gibi. Serkan'lar DEGH kadrosu olarak oyundan sonra bir kere bile bir araya gelmemişler. Diyarbakır’da karşılaştığımız amatör-profesyonel tüm tiyatrocuların tiyatro algısının son derece bireysel olması, bizi yaptıracağımız atölye çalışmasının dramaturjisini "tiyatro kolektif bir sanattır" şeklinde kurgulamaya yöneltti. Atölyede ortak ritmi, yanındaki oyuncularla etkileşimi hedefleyen çalışmalar yaptırdık. Sınırların birlikte zorlanmasını vurguladık.


12 Haziran 2006

Erdem ikinci oyun öncesinde prova alamadı. Atölye çalışmasını saat 17:30 gibi bitirdik ve oyun saat 19:00'daydı. Erdem'e "istersen katılma atölye çalışmasına" dedik ama o katılmak istedi. Zaman probleminin dışında sahne de oyunun yapısına pek uygun değildi. Bir kere sahne ile seyirci koltuklarının ilk sırası arasında neredeyse 3 metre boşluk vardı. Ayrıca akustiği de kötüydü salonun. Bir de klimayı kapatmayı unutmuşuz, Erdem’in sesi klima sesini aşıp da bize ulaşamadı çoğu yerde. O yüzden Erdem'le seyirci arasında arzulanan iletişim kurulamadı. Tabii çoğu kişi oyunu önceden sokakta, Erdem'in dibinde seyrettiği için oradaki sıcaklığı aradı, ama bulamadı.


13 Haziran 2006

Oyun alanı gerçekten mahrem bir yer. Hiç tanımadığın kişilerle bir anda beklemediğin bir yakınlık kurabiliyorsun, güçlü bir etkileşime geçebiliyorsun.


14 Haziran 2006

Diyarbakır’daki atölye çalışması kendi açımdan önemli bir deneyim oldu. Unuttuklarımı hatırlamama, bildiklerimi yeniden başka koşullarda keşfetmeme vesile oldu. Ancak katılanlar açısından ne gibi bir etki oluşturduğunu tam kestiremiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder