5 Ocak 2010 Salı

Bir çaylağın gümüşlük güncesi.......

Ayşe Bayramoğlu 2007

temmuz 28, gümüşlük

Sabah 9.30, akademiye inen tozlu yolda sırt çantalarımla yürüyorum. 10 dakika sonra sağa sapan patikanın dibinde neredeyse göremeyelim diye yerleştirilmiş ‘gümüşlük akademisine hoş geldiniz’ tabelasını zor da olsa fark ediyorum. ‘buyurun, kimi aradınız?’ Çok, çok zayıf bir adam (sonradan adının Ahmet Filmer olduğunu öğreneceğim). Belli ki yeni uyanmış, tane tane diyorum ki ‘Ben seyyar sahnede ekibindenim.’ Karşımdaki kır saçlı çok zayıf adamın yüzü aydınlanıyor, beraber yürüyoruz. Etrafta bolca yabani meşe var, kuş sesleri cırcır böceklerinin sesleri birbirine karışıyor. Ekip uyanana kadar lokalde bekleyebileceğimi söylüyor. O gittikten sonra etrafı kolaçan ediyorum; sahneye, sahnenin arkasındaki gölete, gölette yüzen balıklara, kurbağalara, göletin üzerinde uçuşan yusufçuklara hayretle bakıyorum. Huzurlu bir yerdeyim. Lokale dönüp penguenimi elime alıyorum, son sayfaya gülerken Kerem geliyor. Kalacağımız odaları gördükten sonra yeniden lokale dönüp yazmaya başlıyorum. Çok sürmeden ekip uyanmaya ve akademiye ulaşmaya başlıyor. Hemen hemen tamamlandıktan sonra kahvaltı hazırlığına girişiyoruz. Ananas en önemli besinimiz. Bal, armut pekmezi, zeytin, peynir, ekmek, çay kapış kapış gidiyor. Kahvaltı sonrası oda ve görev paylaşımı başlıyor. Herkes iş başına! Odalar temizleniyor, mutfakta kullanılacak alet edevat seçiliyor, birkaç günlük yemek pişiriliyor. İşi biten mutfağa iniyor, herkesin dilinde ‘Denize mi gitsek?’ sorusu. Tam ‘Hadi bir kısmımız gidelim.’ denmişken sahneye çakılacak olan mdf’ler geliyor, erkekler iş başına. Çakması uzun süreceğinden sadece kamyondan indirmekle yetiniyorlar bugünlük. İşler bitince Ege ve Senem’in arabalarına doluşup Gümüşlük’ ün merkezine denize girmeye gidiyoruz. Önce tavşan adasına meraklı ve telaşlı bir koşu, sonra plaja yöneliş ve sonunda denizdeyiz. Eğlence biter bitmez yine mutfaktayız, günün yemeği mercimek çorbası içiliyor ve toplu halde domatesler, soğanlar, biberlerle uğraşıyoruz. Derken gece bitiyor, yarın sabah kalkış 9.30.

temmuz 29, gümüşlük

Söylentilere rağmen böceksiz, sineksiz ve kedisiz, son derece huzurlu bir gece geçiriyorum. Sabah 8 de Senem’in ‘Hadi denize!’ çağrısıyla yataktan fırlayıp gelecek günlerin sabit deniz tayfası olarak arabaya doluşuyoruz. İstikamet Akyarlar. Yarım saatlik bir yolculuk sonunda buluyoruz, yarım saat yüzüp geri dönüyoruz ve yolda Akyarlar’ı bir kez görmenin yeterli olduğuna karar veriyoruz. Kahvaltının spesiyali omlet hepimizin gözlerini parlatıyor. Kahvaltıdan sonra Celal programı açıklıyor. Sadece akşam çalışmasının saati belirli olacak, geri kalan zamanlarda tüm ekip öz disiplin oluşturabilmek için bireysel çalışmalar yapacak.

Bu akşam çalışma yapılacağı söylentisi dolaşıyor. Yemek tayfası olarak üretime devam ediyoruz. Açık mutfağımıza bulaşık makinesi taşınıyor ve Latife Tekin denizden dönünce bir buzdolabımız olacak. Sahnenin mdf ile kaplanması uzun bir süredir devam ediyor. Börekler pişti, bu akşamki çalışmadan umudumu kesmek üzereyim.

Az sonra Oğuz’un ateşlendiğini öğreniyoruz, güneş çarpmış diyorlar. Saat 8 gibi ‘Giyinin, çalışma başlıyor.’ haberi geliyor. Erdem eşliğinde uzun uzun denge çalışıyoruz. Oğuz da bizi izliyor, ama bu ona pek iyi gelmiyor, dengesiz halimiz Oğuz’un midesinin bulanmasına sebep oluyor ve bizi terk edip odasına kaçıyor. Denge çalışmasının ardından ses çalışmasına geçiyoruz. Açık havada çok daha özgür sesler çıkarabildiğimi fark ediyorum. Urfa türküsünü söylerken üşümeye başlıyoruz, Erdem halimize acıyıp çalışmayı bitiriyor. Celal ve İlke, Oğuz’u hastaneye götürüyorlar.

temmuz 30, gümüşlük

Oğuz enfeksiyon kapmış, şimdi daha iyi. Hep beraber kahvaltı ediyoruz. Kerem’in gözü gibi baktığı armut pekmezi, yine Kerem’ in kazara gündeme oturtmasıyla kıymete biniyor ve göz açıp kapayana kadar bugünkü pekmez hakkımız da bitiyor. Masaları gölgeye çekip çay – kahve - gazete faslına geçiyoruz, halimiz Celal tarafından ‘seyyar cafe’ olarak adlandırılıyor. Kağıt kalemimi elime almışken Celal’in gözüne çarpıyorum ve ‘Günlüğü de tut bari sen.’ diyor. Haberi yok, ben o işe çoktan başladım.

Hava çok sıcak, gölgelik bulan bireysel çalışmasına başlıyor, bütün ağaç altları dolu. Mdf’lerin gölgeye kaçma gibi bir lüksleri olmadığı için sıcaktan şişmişler. Önce onların yeniden çakılmalarıyla, ardından da üzerlerine serilecek olan tangram(!) muşambayla uğraşıyoruz uzun uzun. Bulmaca çözülebilecek gibi değil. Evire çevire, çeke uzata doğru forma en yakın çözüme ulaşıyoruz sonunda. Kısa bir temizlik, ardından Erdem eşliğinde yine denge ağırlıklı çalışmaya başlıyoruz. Sonra Celal akışkanlık ve ekip uyumu sağlamak için tek kişiyle başlatıp hepimizi tek tek ekliyor çalışmaya. Ses çalışmasının da aynı uyumu içermesi gerektiğini söylüyor. Kerem eşliğinde yaptığımız ses çalışmasından sonra ‘Herkes bir sayı söylesin.’ cümlesiyle Mantık al-Tayr’daki kuşları dağıtıyor Celal. Hareket ve melodiyle onların özürlerini çalışmaya başlıyoruz.

Hazır olanlar sunumlarını yapıyor, biz hazır olmayanlar mazeret bildiriyoruz. Celal İlke’nin hareket dizisinin netlik ve sadelik bakımından istediğine en yakın dizi olduğunu söylüyor. Melodilerimize destek olması için doğadan müzik aletleri araştırmamızı isteyerek çalışmayı sonlandırıyor.

temmuz 31, gümüşlük

Kendimize yeni bir plaj bulmak için 8.30da yollardayız Senem ve değişmez deniz tayfası olarak. Bu kez 10 dakikada amacımıza ulaşıyoruz, Kadı kalesi çok yakınımızda. Kahvaltıdan sonra Oğuz “Antik Yunan Tragedyasında ölçülülük ve uyum” başlıklı tezini sunuyor. Sunumdan sonra akşam yemeğine kadar yine herkes için serbest çalışma zamanı. Bu arada varlığıyla bizi çok sevindiren bulaşık makinesinin bozuk olduğu anlaşılıyor.

Akşam çalışmasından önce Celal beste yapmak üzerine bilgiler veriyor. Matematiğin öneminden bahsediyor, tekrar yapmanın gerekliliğinden ama doğru şeyi tekrar etmenin öneminden, yani nakaratın ne olacağına doğru karar vermemiz gerektiğini söylüyor. Melodiyi oturtmak için hece sayılabileceğini söylüyor İlke, ‘Başlangıç cümlesini doğru belirlemek lazım.’ diyor. Tekrar eden bir ritim bulunmalı, bu önemli. Bahsedilen matematiğin hareket çalışmalarında da kullanılması gerektiğini, akışkanlığın ancak böyle sağlanabileceğini söylüyor Celal. Hareketin de belli bir ritim ya da ritimler yardımıyla yapılması gerektiğini söylüyor. Beste – ve tüm yaratı ürünleri- düşünerek yapılabilecek şeyler değil, yapa yapa deneye deneye, bilmeden içinden aka aka bulunur. Beynimizi ne zaman devreden çıkarmamız ya da arka plana atmamız gerektiğini bulsak iş çözülecek gibi, ya da bulsam.

Ses çalışmasında yine bir dem üzerine doğaçlamalar yapıyoruz ve arkasından İstanbul şarkısını söylüyoruz. Celal herkesin şarkının bir cümlesini söylemesini ve tondan çıkmamamızı söylüyor. Beceremiyoruz, ben tondan çıkıyorum. Tek başıma söylemekten çekindiğime karar veriyoruz. Sosisli molası verip Celal doymadan doymaya uğraşıyoruz. Herkes doyunca sahneye dönüp kuşlar çalışmasına geçiyoruz. Bu kez kimse mazeret bildirmiyor. Celal Kerem ve Merve’nin kuşları üzerinde değişiklikler yapıyor. Herkese çalışmalarının zayıf noktalarını söylüyor, bana da daha çok söz eklememi ve melodiyi azaltmamı. Genel olarak da sahneyi tüm alanı dolduracak şekilde kullanmamızı söylüyor. Yarın yapacağımız çalışma için bilmediğimiz bir dilde bir şarkı seçip hazırlamamızı istiyor.

ağustos 01, gümüşlük

Her zamanki deniz tayfası bugün yedeklerle renkleniyor. Şoförümüz Senem neşeden(!) yoldaki kasislere, setlere korna çalıyor!

Kahvaltıdan sonra Suzan’ ın Beckett sunumunu dinliyoruz. Ayşegül Yüksel’ in Beckett Tiyatrosu kitabı kaynağı.

Yemekte soğuk çorba var, bence yaz günü yenebilecek en serinletici yiyecek. Gerçi Oğuz çorbanın adının içinde soğuk kelimesinin geçmesi sebebiyle uzun uzun eleştiri yapıyor ama 2 koca kase soğuk çorba içtiği hiçbirimizin gözünden kaçmıyor. Çaylarımızı alıp sahneye geçmişken Celal heyecanla sesleniyor, sanırım ömrümüz boyunca bu kadar güzel bir manzaraya çok fazla rastlamayacağız. Güneş, Gümüşlük semalarından denize dalıyor hem de kıpkırmızı. Etrafta türlü dillerden melodiler uçuşuyor; Arapça, Farsça, İbranice, Norveççe, Lehçe... Bu arada gizli izleyicilerimiz çalışma alanımızı kuru çiçeklerle şenlendiriyor! Saat 8e doğru toplu halde ses çalışmasına geçiyoruz. Celal bağırmamamız gerektiğini, dağınık sesler çıkarmaktansa bulduğumuz tınlatıcılar üzerinde çalışmamızın daha doğru olduğunu söylüyor. Yemek arası verip yeniden şarkılarımızı çalışıyoruz. Ben Gülden’ le birlikte Arapça bir şarkı çalışıyorum. İlke dinleyip, şarkının gırtlaktan değil burun tınlatıcısından söylendiği gerçeğiyle karşı karşıya bırakıyor bizi, neyse ki bu şoktan kurtulmamız kolay oluyor. Aklımıza ezanın da aynı tınlatıcı yoluyla söylendiği geliyor, sonra Müslüm Gürses’i hatırlayıveriyoruz ve problemimiz kısa sürede çözülüyor. Saat 12 gibi çalışma bitiyor ve açık hava sineması hizmete giriyor. Uzun uzun “ne izlesek acaba?” diye eldekileri kurcalıyoruz, Celal İran sinemasından örnekler getirmiş. En sonunda Jafar Pana’nın Dayerah (Çember) filmini izliyoruz. Filmin sonuna doğru yıldızların altında, çiğden ıslanmış bir halde uyuyakalıyorum.

ağustos 02, gümüşlük

Kimsenin denize gidecek hali yok. Kahvaltının spesiyali haşlanmış yumurta sevinç nidalarıyla karşılanıyor. Şenlikli kahvaltıdan sonra Kerem’ in “Tragedyada insan” sunumu için toplanıyoruz. Sunumun tartışma bölümü Shakespeare ve Çehov’ a getirilmeye çalışıldıkça dağılıyor ve sunum sonlanıyor. Alışveriş için Senem, Erdem, İlke ve ben Bodrum’daki Metroya gidiyoruz, yolda benim için ‘Bugüne kadar nelere güldük?’ konulu seyyar sahne oryantasyonu yapılıyor İlke tarafından. Günün mönüsü ton balıklı makarna ve karpuz. Herkes çay içerken Gülden ve ben, Oğuz’un imalatı olan raketler yardımıyla pinpon oynuyoruz. Zamanın farkında bile değiliz. Çalışmaya koşarak gidiyoruz. Ama herkesi öylece otururken buluyoruz. Latife Tekin’ le tanışmak için toplanmışız meğer! Konuşup konuşup tanışıyoruz. Sonra ses ve beden çalışmasını iç içe yapıyoruz. İlke ses çalışması için bir öneri getiriyor, daha önce denedikleri yeri titretme çalışması. Hepimiz yere sırtüstü uzanıyoruz ve verebileceğimiz en pes sesleri vererek yeri titretmeye çalışıyoruz. Senem başarıyor. Erdem tek başına bütün sahne tabanını titretiyor.

Yemek molası verdiğimizde Savaş’ın esprileri eşliğinde durmaksızın gülüyoruz, bir ara espri yapılmadığı halde gülmeye devam ettiğimizi fark edip ona daha çok gülüyorum. Çalışmanın ikinci bölümünde şarkılarımızı söylüyoruz sırayla. Gecenin sonunda soğuktan donarak odalarımıza kaçıyoruz.

ağustos 03, gümüşlük

Kahvaltıdan önce yeni görevimi yerine getirip kaldığımız odaların önündeki taş bahçeyi suluyorum. Kahvaltıdan sonra Gülden Pina Bausch sunumu yapıyor. Pina Bausch insanın nasıl hareket ettiğine değil onu neyin hareket ettirdiğine odaklanırmış. Bu sunum kayıtlara benim de konuştuğum sunum olarak geçecek, hissediyorum. Sunumdan sonra herkes bir yere dağılıyor. Akşam 6 gibi yeniden toplanıyoruz. Uzun uzun şarkılarımızı ve kuşları çalışıyoruz. Sonra kısa bir beden çalışmasının ardından yine yıldızların altına uzanıp yeri titretmeyi deniyoruz. Yemek molasından sonra Celal Erdem’in tavuskuşunu ve Esma’nın bülbülünü çalıştırıyor. Tekrarların ve sahne kullanımının üzerinde yoğunlaşıyor. Kuşların hepsini merdivenlere yerleştiriyor ve başlangıç için toplu yapılacak bir hareket ve el doğacı çalışmamızı istiyor. Ardından şarkılarımızı söylüyoruz.

ağustos 04, gümüşlük

Bugün büyük gün. Günlerdir bahsi geçen gölet temizliği için erkenden kalkıyoruz. Kahvaltıyı ayaküstü ettikten sonra ben, Suzan ve İlke dışındaki herkes gölete gidiyor. Yine günlerdir yapılan dedikodular uyarınca Ahmet Filmer’in gölet temizleme kıyafetlerini ve ekipmanlarını görmeye gidiyorum ve fakat Ahmet abi’yi yarı çıplak göletin içine dalmış buluyorum. Sadece o da değil, herkes dizlerine kadar paçaları sıvamış, avuç avuç yosunlar vs çıkarıyor göletten. Ben de mutfağa yemeklerin başına dönüyorum. Göletin temizliği bittiğinde herkes yorgunluktan ve pislikten kurtulmak istiyor, denize gitme önerisi ortaya atılıyor ama hava çok sıcak olduğu için gidiş akşamüstüne erteleniyor. Eğlenceli deniz sefasından sonra yorgun argın kampa geri dönüyoruz, kısa bir dinlenmenin ardından yemek yiyip çalışmaya geçiyoruz. Hava kararana kadar beden ve ses çalışmalarını yapıp, kuşlarımızı gözden geçiriyoruz. Hava karardıktan sonra barkovizyonda Ahmet Filmer’in akademiyi tanıtan görüntülerini Latife Tekin ve Şükran Hanım’ ın bizim için aldığı baklavalar ve Senem’in babasının imalatı şaraplar eşliğinde izliyoruz. Akademide aile havası hakim!

ağustos 05, gümüşlük

Kahvaltıdan sonra Savaş’ın Asya Tiyatrosu sunumu için toplanıyoruz. Savaş nadiren sunum yaptığı için bu anın önemli olduğu söyleniyor. İlke Savaş’ ın sunumuna youtube’dan bulduğu örneklerle destek oluyor. En çok “matrix pong” videosunu seviyoruz.

Akşam yemeğini erken yiyip çalışmaya erken başlıyoruz. Uzun uzun ve bireysel bireysel kuşlarımızı çalışıyoruz. Erdemle ısınmaya geçiyoruz, ters bir hareket yapıp boynumu sakatlıyorum. Çalışmanın geri kalanını kenardan izliyorum. Ses çalışması sırasında yeniden ekibe katılıyorum. Ses çalışması yine yere yatılarak yapılıyor, çalışmanın sonunda İlke sesini yeterince açamadığını hissettiğini söylüyor. Sürekli pes sesleri çalışmanın bir süre sonra sesin kısıtlanmasına neden olabileceğini söylüyor. Celal de “liderini takip et” çalışmasında lider olan kişinin sesi tüm tınlatıcıları kullanarak dolaştırması gerektiğini, sesimizi açamamamızın sebebinin bu olabileceğini söylüyor. Yemek molasından sonra Kürtün ile Nesrin’in şarkısını tahtaya yazıp hep beraber çalışıyoruz. Ardından da Esma’nın ilahisini.

ağustos 06, gümüşlük

Bugünün sunumunu Erdem yapıyor. Konusu Peter Brook. Mine de ek bilgiler veriyor Peter Brook hakkında. Akıllı bir adam olduğu sonucuna varıyoruz, ama tanrı değil.

Yemekten sonra yine çalışmaya erken başlıyoruz. Bugün beden çalışmasına katılmıyorum. Celal, İlke ve benden Mantık-al Tayr metnindeki hikayelerden birer tane seçmemizi ve melodi-tekrar içeren bir düzenlemeye oturtmamızı istiyor.

Biz hikaye seçerken Savaş def çalıyor ve beden çalışması onun ritimleri eşliğinde yapılıyor. Sakatlandığım için kendime çok kızıyorum, çünkü çalışmayı dışardan izlerken fark ediyorum ki içimizde tuttuğumuz ritimleri de hissedersek ortak hareket edebiliriz, her zaman dışardan bir ritim verilmesine gerek yok. Ses çalışmasında Celal’in dünkü uyarılarını dikkate alarak her tınlatıcıda uzun uzun çalışıyoruz.bu kez seslerimiz açılıyor. Yemek molasının ardından Esma’nın ilahisini tahtaya yazıp hep beraber çalışıyoruz. Sonra da kuşları yine merdivenlerde çalışıyoruz. El doğacını ve başlangıç için bulduğumuz hareketi de ekleyerek akış gibi oynuyoruz.

ağustos 07, gümüşlük

kahvaltıdan sonra dün sözleştiğimiz üzere Mantık-al Tayr’ı anlayabilmek için toplanıp okuma yapıyoruz. Oğuz sözlük desteği veriyor, İlke ve Kerem islam felsefesi konusunda destek veriyorlar. Bu sayede metin daha bir aydınlanıyor sanki. Yine de çok zorlanacağımız kesin.

Yemekten sonra çalışmaya geçiyoruz. Kürtün’ün masajları ve İlke’nin nane yağı sayesinde boynum daha iyi, bugün ben de çalışıyorum. Celal uçmak gibi zor hareketler denememizi, herkesin bir atlama denemesini istiyor. Farklı atlayışlar deniyoruz, Celal “risk alın” diyor, “tehlikeli atlayışlar deneyin, uçuş gibi olsun”. Deniyoruz. Ses çalışmasında yine Esma’nın ilahisini çalışıyoruz. Yemek molasından sonra Celal vaiz ekibine küçük bir prova yaptırıyor. Cuma akşamı Vaiz oynanacak.

Ardından kuşlar olarak yine merdivenlere tünüyoruz. Birer duruş belirliyoruz kendimize. Ben ve İlke hikayelerimizi okuyoruz. sonra da bütün kuşlar sırayla oynandığında ara geçişlerde ne yapabileceğimiz üzerinde çalışıyoruz.

ağustos 08, gümüşlük

Bugün de sunum yok. Kahvaltıdan sonra yine Mantık-al Tayr okuması yapıyoruz. Bu kez hikayeleri atlayıp asıl olayı okuyoruz, bu haliyle metin daha anlaşılır oluyor sanki.

Yemekten sonra çalışmaya geçiyoruz. Hareket çalışmasında yine dünkü gibi riskli hareketler ve atlayışlar deniyoruz. Celal “herkes bir atlayış belirlesin, onun üzerinde çalışsın.” diyor. Uzun uzun atlayışlar çalışıyoruz, yüksek tempoda çabuk yorulduğumu hissediyorum. Kondisyonumu arttırmam şart. Ses çalışmasında Erdem eşliğinde tınlatıcılarda dolaşıyoruz. Yemek molasından sonra kuşlarımıza çalışıyoruz merdivenlerde. Celal bir kısmımızı yeniden izleyip değişiklikler yaptırıyor. Vaiz ekibine prova yaptırdıktan sonra çalışmayı bitiriyor.

ağustos 09, gümüşlük

Mahmut Polonyalı tiyatro topluluğu Gardzienice’yi anlatıyor. Çalışma yöntemleri bizimkiyle ortaklıklar taşıyor.

Akşam çalışmada yine hareket ve ses çalıştıktan sonra kuşlar için akış alıyoruz. Her kuşun girişinden önceki bağlama bölümleri çalışılıyor. Başından sonuna bütünlüklü bir metin oluşuyor kendiliğinden. Yemek molasından sonra Vaiz ekibi yarınki oyun için prova yapıyor.

ağustos 10, gümüşlük

Bugünün sunumunu Murat yapıyor. Theodore Gaster’in Thespis isimli kitabının bir bölümünü anlatıyor. İlke, akşamki oyunda sıkıntı çekmemek için doktora gidip belini muayene ettiriyor, korkulacak bir şey yok, fıtık değil.

Akşam çalışmada bir grup, Erdem’in şarkısını çalışıyor. İlke oyun için belini dinlendiriyor. Celal benimle Huma kuşunun hareket dizisini çalışıyor, geriye doğru savuruyorum kendimi, daha çok risk almamı ve düşmeden önce bir an havada asılı kalmamı istiyor. Düşünerek yapamıyorum, deneyerek yaklaşıyorum sanki, ama yine de oldukça uzağında olmalıyım hedeflenenin. Ben çalışırken Vaiz ekibi de ısınmaya başlıyor. Hep birlikte yapılan ses çalışmasından sonra Vaiz için küçük bir prova alınıyor. Oyun sahneden merdivenlere taşınıyor ve ekibin tedirginliği yüzlerinden okunuyor. Mahmut ışıkları ayarlıyor. Gösterim saati yaklaşınca sahneye sandalyeleri dizip izleyicileri beklemeye başlıyoruz. Ekip, amfi tiyatronun merdivenlerinde çok görkemli görünüyor.

Gösteri bir iki ufak aksama-dil sürçmesiyle tamamlanıyor. İzleyiciler şaşkın, oyuncular şaşkın, son beş dakikaya yetişen DHA muhabirleri daha da şaşkın; zira muhabir Kerem’le röportaj yaparken “Metninizin kaynağı neresi?” sorusuna aldığı “Eski ahit” yanıtına otomatik bir soru daha sorup Kerem’i allak bullak ediyor “Ne kadar eski?”. Gece Latife Tekin’le gitgide koyulaşan sohbetle son buluyor.

ağustos 11, gümüşlük

Kampın son günü. Herkeste bir rehavet hali mevzu bahis. Kahvaltıdan sonra

denize gidiyoruz. Kampın en uzun deniz seferini yapıyoruz. Genel bir dinlenme ve eğlenme hali hakim. Dönüşümüz neredeyse akşamı buluyor.

Akşam yemeğinden sonra kampı değerlendirmek için toplanıyoruz. İznik kampına kıyasla herkesin daha kolay adapte olduğu ve daha verimli çalıştığı konusunda herkes hemfikir. Mantık-al Tayr’a devam edecek miyiz sorusu soruluyor. Celal herkesten üflemeli bir çalgı çalmaya çalışmasını istiyor. Eylülden itibaren toplanıldığında yapılacak sunumların konusu müzik olacak. Herkese konular dağıtılıyor. Temizliğin bir kısmının bugün yapılması kararı alınıyor. Çalışma salonu ve mutfak toparlanıyor. Mutfak toparlanır ve bir yandan da yemek yenirken Ahmet Filmer yanımıza geliyor ve ne zaman bittiğini bilmediğim bir sohbet başlıyor.

ağustos 12, gümüşlük

Odaların temizliği, az nüfusla yapılan kahvaltı, sonrasında dünden eksik kalan ufak tefek toparlamalardan sonra ben de dönüş yoluna düşüyorum. Yeni bir ekibe dahil olmanın tedirginliği ve heyecanı geçmiş değil...

Ahkam bölümü

Ahkamımı söylentiler üzerinden kesmek durumundayım. Zira ekibin hareket tiyatrosu yapmaya karar verdiği andan itibaren ne yaşadığına tanık olmadım. Yalnızca gördüğüm şu ki; ekip bir çok kilitli kapının anahtarına ulaşmış. Bana gelince; başlarda kendimi oldukça yabancı hissettiğimi söylemeliyim. Yapılan çalışmalara değil, çalışmaların yapılış tarzına yabancıydım. Ortak bir dil hüküm sürüyordu ve herkes Celal’ in hangi hareketinde ne demek istediğini, Erdem’ in bir sonraki çalışmasının ne olduğunu hemen anlıyordu. Yabancılığım biraz kırıldıktan sonra ise başka türlü bir zorluk yaşadım. Artık dillerini anlıyordum ama anlamak yetmiyordu. O dilden konuşmaya da başlamalıydım. “Anlıyorum, ama konuşamıyorum.” hali bunaltıcı oluyordu. Hali hazırda eksiksiz bir dil birliği sağlamış hissetmiyorum kendimi, ama bunu zamanla aşacağımı düşünüyorum.

Yalıtılmışlığın getirdiği yüksek konsantrasyon sayesinde -belki de kim bilir – ne yaptığımızla ve bunu nasıl yapacağımızla ilgiliydik yalnızca. Bu da öz disiplin sağlama amaçlı bireysel çalışmaların sonuçlarının daha verimli olmasını sağladı gibi geliyor bana. Her ne kadar ben tek başıma çalıştığımda verim alamadığımı düşünsem de... Belki de artık kendimden başka birilerinin sözünü dinleme zamanı gelmiştir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder