5 Ocak 2010 Salı

İznik Kampı - Çalışma Günlükleri - Esma Şenel

5 Ağustos 2006


Saat 8.30’da uyandık. İlk çalışmaya 9.00’da evin önündeki alanda karışık yürüyerek başladık. Gülden, boyun, omuz, bel, diz ısıtma yaptırdı. Güneşe selam hareketlerini yaparken başı döndü. Biz de karışık yürüyerek devam ettik. Hareket doğaçlamaya başladık, kısıt veya belli hareketlerden doğaçlama değildi, serbest doğaçladık. Sonra daha çok denge zorlayıcı hareketler yaptık. Bunu birbirimizi izleyerek, kendi içimize dönmeden yapmaya çalışmamız gerekiyordu. Bir saat sonra Celal, “Bu günlük bu kadar.”, dedi. Tam ısınmaya ve açılmaya başlamışken çalışmayı bırakmış olduk. Aktiviteye doyamamış halde kendimizi göle attık, yüzdük. Tabii ben atlamadım, yüzmeye bile korkuyorum neredeyse!

Sonra Erdem ve Suzan kahvaltı hazırladı, süperdi! O gün bulaşık sorumlusu oldum Duygu’nun yerine; Gülçin’le yıkadık.

Çalışma yeri sorunumuz vardı. Öğleden sonra brenda (üzerine çeşitli espriler yapılmış, branda için kullanılan tabirdir) (!) alındı Orhangazi’den. İki kazık çakıldı ve sinema perdesinin önüne germeye çalıştık uzun süre – sonuç başarısızdı. Savaş’ın sabah bulduğu çalışma yerini görmek lazımmış meğer. Akşamüstü 17.30 gibi DSİ 1.Bölge Müdürlüğünün arazisine gittik. Bol çimlik alanda Gülden’in gösterdiği boyun, omuz, bel, diz çevirme hareketlerinden hareket doğaçladık. Ben önce bel, el bileği, boyun çevirme hareketleriyle başlıyorum. Yorulunca ya da hareket bulamazsam yine ona dönüyorum, benim karar hareketim gibi oldu. Erdem hep farklı yürüme, denge hareketleri yapıyordu, aslında onu izliyorum, takip ediyorum yani! Ben de o tür hareketler yapmak istedim. Önce kendimi yerlere attım, yuvarlandım, ellerimi ayaklarıma kavuşturdum, sonra engelli yürüme hareketleri yaptım. Ellerimle ayaklarıma tutunarak ilerlemeye çalıştım. Mühim olan hareketten harekete geçmek değil, o tekrarlanan hareketleri geliştirmekti. Böylece hareketten harekete geçiş ve vücut keşfi bir çizgi şeklinde ilerleyebiliyordu. Sonra düz ve ters taklalar eklemeye başladım. Bazı duruşlarda ilerlemekte zorlandım, denedim ama olmadı. Bir yerden sonra iyice açıldığımı hissettim, düşünmeden istediğim harekete geçebiliyordum, hem de daha fazla zorlayarak. Hareketleri birbirine bağlamak mesele olmamalı bence, çünkü diğerine geçiş zaten onun devamı olması gerekiyor. O zaman hem o hareketi zorladıkça zorluyordum – el ve kalça kullanıyorsam kafayı da eklemek, daha fazla bacağı atmak, vs – hem de yeni hareketler buluyordum. Çok iyi hissettim kendimi. Celal kesmeden, bir şey söylemeden izledi herkesi. Bir saat bu şekilde devam ettik, bir saatin sonunda tempoyu hızlandırıp, “ Kendinizi bırakmayın, şimdi açılmaya başladınız,”, dedi. Ayrıca, yapığınız hareketleri “vücut hafızanıza” alın, dedi. Hızlanıp bıraktık.

Ses çalışmasını Erdem yaptırdı. Sesimizi vücudumuzun çeşitli yerlerinde gezdirdik. Sonra sesi titreterek Kızılderilimsi sesler çıkardık, titretmeyi farklı bölgelerde gezdirdik. Bitirdik.

Eve gelip dışarıdaki buzz gibi suyla duş aldık, ben kese bile attım. Ama çok üşüdüm. Hemen kurulanıp kalın şeyler giydim. Yemekte Senem’in müthiş soslu makarnalarını ve Efe’nin mercimek çorbasını hüplettik. Yemekten sonra açık hava sinemamızda Chaplin izledik.

6 Ağustos 2006

Sabah 6.00’da kalktık, 6.30’da çalışma alanındaydık. Hava süper serin ve mis gibiydi. Çalışma çok verimli geçti. Önce dünkü gibi omuz çevirme, öne/geriye atma, diz/kalça çevirme, vs hareketleri doğaçlayarak başladık. Dünkü hareketlerimi daha zorlamayı hedefledim; ama daha çok onların tekrarı oldu. Yerde yuvarlanırken yaptığım hareketleri ayaktayken de yapmaya çalıştımsa da çok farklı hareketler bulamadım. Bir saat çalıştıktan sonra Celal bize 15 dk verdi ve bir hareket doğacı yapmamızı istedi. Çalışmanın kısıtı, hareketin tekrarlanabilir olması ve anlaşılabilmesiydi. Basit ve küçük hareketten başlayıp onu büyütme ve bazı hareketlerin devam ettirilmesi sağlanarak diğer hareketlere gibi bir hareket çizgim vardı ve tabii ki yerlerde yuvarlanmazsam olmaz! Herkes sırayla gösterdi. Celal, bir konsept olmasının daha önemli olduğunu söyledi. Erdem ve Gülden’de bu vardı; ama mesela İlke’nin iki bölüm gibiydi bu açıdan. Efe’ninkinde ise somut bir imgeden yola çıkılmıştı (omuz ve ayaklarından iple çekme hareketleriydi) ve bu tür somut imgelerin kullanılabileceğini söyledi. Suzan’ınki biraz dağınıktı. Kerem’in ok atmayı hatırlatan hareketleri enteresandı. Savaş’ınki de çok jimnastiksiydi bence.

Sonra Celal teatral bir cümle bulmamızı ve bunu en az 7-8 kere tekrarlayacak şekilde az önce yaptığımız hareket setinin uygun yerlerinde kullanmamızı istedi. Yine 15 dk verdi. Benim cümlem “Kim bilir belki ne zaman”dı. Diğer aklımda kalanlar:

Erdem’in “Bütün bunları anlattıktan sonra bana ne dedi, biliyor musun?”

Gülden’in “İşim var, beklemeyin”

Mine’nin “Herkes uyudu, artık gidebiliriz”

Efe’nin “Daha yeni büyüdüm”

Murat “Ne güzel bir gün”

Kerem “Tasarım tasarladığım üzere kaynama noktasına geldi”

Sezin “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu”, vs.

Cümlelerle hareketler bambaşka hale büründü gözümde, etkisi arttı. Cümlenin kelimeleri yer değiştirip bölünebiliyordu, bazı çalışmalarda bu şekilde kullanılmıştı. Bu çalışmayı da gösterdik ve saat 9.30’da bitirdik.

Akşam çalışmasından önce, saat 15.00 gibi Kerem aktarımının ilk bölümünü yaptı – genel olarak tragedya ve felsefede ele alınan trajedi bilgeliğini anlattı ve tartışıldı. Mantık ve algımızı mümkün oldukça iptal ederek anlamaya çalıştık.

Saat 18.00’de çalışma alanına gittik. Mobil disko biraz ötemizde cıstak müzik çalıyordu!!

Bu çalışma ağır tempoda geçti. Çalışmanın temel ilkesi bir hareketi yaparken diğerinin- yani tersinin düşünülmesi ve böylece kontrolün daha fazla sağlanmasıydı. Örneğin, aşağıya doğru eğilirken yukarı çıktığımızı düşünerek, sağa doğru uzanırken sola doğru gitmeyi düşünmek. Bunu yaparken sadece uzanmak yetmiyor, kontrol daha fazla kasları kullanarak gerçekleşebiliyordu. Gülden bu hareketleri elleri de katarak artırdı – elleri sıkışmış gibi açmak, bir şeyi aşağıdan yukarıya yukarıdan aşağıya taşımak gibi. Sonra bunları dengemizi bozacak şekilde doğaçladık. Bu hareketleri yaparken buna konuşma ya da harekete uygun olacak şekilde ses ekledik. Sesi vücudumuzda gezdirdik. Hareketi bırakıp sese devam ettik. Daire olup Erdem ortadayken ona iletecek şekilde “aaa” sesi verdik. Mesafeye göre ve alçalma-yükselmeye göre sesin şiddeti ve tınladığı yer değişiyordu. Yere eğildik, iki elimizin arasına bir top almış gibi kabul ederek, top vücudun neresine bakıyorsa orayı tınlatmaya çalıştık. Bir süre denedikten sonra yere yattık ve sesi titretmeye başladık. Herkes göğüsten dem sesi yaparken Suzan’dan başlayıp solo yapmaya başladık. Suzan’dan sonra sıra bana geldi. Erdem, daha da yükselt, dedi, yükseltmeye çalıştım ama çok zorlandım. İnce ve kalın seslere çıkmamı yönlendirdi, daha fazla inmemi ve çıkmamı istedi. İnce olarak acayip bir ses çıkardım, yüksek ve aşırı ince sesler çıkarabildim ve bir süre sonra rahatladım bu sesleri çıkarırken. 5-6 kişi de bu şekilde denedikten sonra, artık sırası gelen ayağa kalkıp daire içinde dolaşarak kendi çıkardığı sesi herkese yaptırıyordu, o sesi taklit etmeye çalıştık. Saat 20.00 civarı bitirdik. Sesim bayağı açılmıştı, o halde şarkı söyleyesim geldi. Çalışmadan sonra Erdem’e daha önce yaptığımız gibi şarkı söylemenin faydalı olup olmadığını sordum. O da, bunun sirk ya da şan dersi almaktan (yani uzmanlık olarak) bir farkı olmadığını söyledi ki Gülçin de dansı sormuştu. Barba diyormuş ki, bizim gündelik dışı teknikler kullanmamız gerekiyor – gündelik hayatta köprüde durmayız - oysaki bu türden teknik çalışmalar bize gündelik şeyleri yaptırmaktan öteye gitmez.

Akşam tam bir ziyafet vardı. Mangalda patlıcan, tavuk, Hatay künefesi, patron Turgut’tan dondurma, bira, şarap. Patlayana kadar yedik. Turgut ve arkadaşları geldiler yemeğe. Onlar gidince, Kerem ses çalışmalarından söz açtı. Bu çalışmaların çok riskli olduğunu ve bire bir çalışma fırsatı olmadan, neyi yaptığımızı bilmeden bu çalışmaları yapmanın doğru olmayacağını, çünkü çalışmaların, tekniği oturttuktan sonra doğaçlama yapmaya yönelik olduğunu söyledi. Mine de buna benzer şekilde konuştu. Ancak, usta kavramı boşluğu hissedildiği için deneye deneye, yanlış yapa yapa bulabilmekten başka yapacak bir şey olmadığı söylendi. Kerem workshop’lara gidilip bu tür teknikler öğrenilebilir dediyse de Celal, kendisinin Erdem’le gitmedikleri workshop, okumadığı kitap, izlemediği CD kalmadığı cevabını verdi. Nitekim Erdem’le ikisi, Pierre çalışmaları sırasında bu çalışmaların üzerine daha fazla gidebilmiş, bu araştırdıkları yerlerden çalışmalar denemişler ve araklamışlar (örn Barba). Sezin, tekniği oturtmak için şan dersi alınabilir, dedi. Bunun üzerine Erdem de bana çalışmadan sonra anlattıklarını söyledi. Daha sonra ikinci hafta kalma konusu açıldı. Bu süre, İTÜ MT’nin sene içi çalışmalarının ilk çalışmaları olacağını konuşmuşlar daha önce. Daha önceki projelerin ne durumda olduğu soruldu. Senem, SAE*’de yaptıklarını anlattı. Har adlı romanla karşılaştırdılar. Ama şu an ikinci hafta üzeirnde çalışılmak üzere bir proje yok gibi görünüyor.

7 Ağustos 2006

Saat 9.00’da kalkıp 9.30 gibi vücut çalışmasına geçtik. Çalışmayı Savaş yaptırmaya başladı, Gülden esnemeyle devam ettirdi. 40 dk kadar rahatlatıcı kas gevşetici hareketler yaptık.

Saat 12.00 gibi Kerem aktarımının 2. bölümünü yaptı, okuyacağımız kitaptan bahsetti (Nietzche- Yunan Tragedyasının Doğuşu). Kitaptan s. 25-28’i okuduk. Metnin anlaşılması çok zor; ama tek başıma hiçbir şey anlamazken birlikte okuyup Kerem’in açıklamaları ve ardından sorulan sorularla ve yapılan tartışmalarla daha anlaşılır oluyor. Bugün mitlerin yerini tutan şeylerin tartışması ve buna Anıtkabir ziyareti örneğinin verilmesi ilginçti.

Okumadan sonra Celal herhangi bir tragedya metninden koro metni bulma ödevi verdi.

17.30’da çalışmaya geçtik. Dizler kırık olacaktı bütün çalışma boyunca. Vücut açıcı hareketler ve ileri-geri denge bozma hareketleri yaparken kalça hizasını bozmadık. Biraz ısındıktan sonra Celal kalçayı ileri-geri hareket ettirme hareketi yaptırdı. Bunu yorulmadan yapmak gerekiyordu. Sadece bu hareketi yarım saat yaptık. Vücut sarsılmaya başladı öne, geriye kalça atışlarına baş da eklendi, hızlanıyor ve yavaşlıyorduk. Hareket artık tüm vücudun hareketiydi; ama dışarıdan bakan biri hareketin başlangıcının kalçadan olduğunu anlaması gerekiyordu. Bacaklarım dayanamıyordu ve bu yüzden kendimi çok kastım, kasılmaktan nefes alamıyor ve harekete devam etmekte daha da zorlanıyordum. Hareketi bırakmak asla istemiyordum ama acıya dayanamıyordum. Bir ara Celal, “Hiç bitmeyeceğini düşünün” dedi ve bir an nefes alıp rahatladım, artık nefes ve kas kontrolünü daha fazla sağlayabiliyordum (Bu an çalışmalarda önemli bir referans olacak ilerde ve Celal sürekli hatırlatacak). Zihnin hareketi kontrol edişini devreden çıkarınca her şey değişiyor, işte kanıtıdır. Bu kısım bitince, Senem benim fazla sarsıldığımı söyledi. Sarsılma ve kalçadan hareketi başlatmayı biraz abartmışım anlaşılan!

Aradan sonra ses çalışmasına geçtik. Çalışmayı Celal yaptıracaktı, dairemsi (!) olmamızı istedi. İşaret verdiği an pes bir “aaa” sesi verip kestik. Sonra temiz, düz ses verdik. Bu sesi çıkarırken Celal, nerenizi tınlattığınızı değil, sesin hedefinin ne olduğunu düşünün, dedi. Yani, teknikten ziyade ses imgelemi önemli. Bu hedefi belirlememizi ve öyle ses çıkarmamızı istedi. Sonra kendi etrafımıza koruyucu kalkan yaptık sesimizle, buradan gittikçe hep birlikte bir balon şişirdik. Balonu şişirdikçe kendimizden başlayıp herkesi saran bir kubbe yaptık, sesin kapsama alanı arttı. Bunu sesi yükseltmek, şiddeti artırmak ya da inceltip kalınlaştırmak diye düşünerek değil, kapsayacak alan imgeleminden yola çıkarak yapmamız gerekiyordu. Önemli olan, bildiğimiz ve emin olduğumuz tek şey, “sesin çatallaştığı, boğazın gıdıklanmaya başladığı an biraz geriden alıp devam etmek”. Sonra Kerem ve Duygu’yla ayrı olarak çalıştı.

Bir de titreşimi hissedebileceğimizi hatırlattı. Bu titreşimi bütün vücutta hissetmek gerekiyor. Önümüze elimizi tutarak titrettik elimizi – ki sesle bardak kıran grup örneği verildi.

Aaa sesi verirken bunu frenlemeye çalıştık. Doğru yapabilmek için nefesi gırtlaktan değil diyaframdan kesmek gerekiyor. Tekrar hep birlikte aaa sesi verirken durdurup Suzan’a herhangi bir şarkı söyletti, ses tınısını Suzan’ın tonuna göre ayarladık, onu dinleyip eşlik eder bir ses olması gerekiyordu. Hep birlikte devam ettik. Sonra durdurup Erdem’e ve Duygu’ya da söyledi, ona göre ses verdik bu kez. Bu aaa seslerinin içinde ödev olarak verdiği metni okuttu bana. Tekrarladıkça daha yüksek ve hızlı söylemeye çalıştım, daha güçlü söylemem gerekiyordu. Daha sonra melodik söyle, dedi, anlayamadım. Benden sonra Sezin’e ve Erdem’e de okuttu. Erdem’inki örnek çalışma teşkil etti! Sesini vücudunun farklı bölgelerine götürüp fısıltıdan bağırmaya giden bir aralıkta metni yorumladı. Herkes bu şekilde metnini doğaçlayıp gelecekti. Kalın göğüs sesinden başlayıp sonra düz ve yüksekten alıp burun ve kafaya çıkararak değişik sesler denedim. Toplandık. Herkes kendi metnini pes ve düşük sesle söylerken, Celal’in işaret verdiği bu dem sesinde yüksek söylemeye çalıştı. Bana işaret verdiğinde yüksek sesle okurken parmak uçlarımdan bileklerime kadar uyuşma hissettim, kesmeden devam ettim ama bayılacağım zannettim. Arada Celal’e bundan bahsettim, nefesimi ayarlayamadığım için mi diye sordum. Celal, hiç böyle şey duymadım, esrimişsin, dedi.

5 dk aradan sonra, bu metinleri melodik, tempolu, bağırırcasına (az önce yaptıklarımızdan bu tanıma uyacak benimki ve Efe’ninki olduğunu söyledi) söylenecek şekilde çalışmak üzere ayrıldık. Ben bu kez melodik kavramını yine anlamadım, şarkı gibi oldu sanki. Bir süre sonra herkesin ikili eşleşmesini, kendi metnini birlikte çalışmasını söyledi. Ben Gülçin’le oldum. Önce benimkini çalıştık, kendi yaptığım saçma geldi, Gülçin’e anlatırken utandım hatta. O yüzden birine anlatırken bir kez daha düşünerek yorumlamış oldum ve birlikte değiştirdik. Ancak birlikte söyleyemiyorduk, böyle olunca tınlatıcıları denemeyi de çok riske atmadık. Sonra Gülçin’inkini çalışacaktık; ama birkaç kez okuyabildik ancak, zaman yetmedi. Bu arada hava da iyice kararmıştı. Göl kenarına gidip dolunay ışığında gösterdik yaptıklarımızı. Ezberimiz olmadığı için kâğıttan okuduk, tabi bu herkesin çalışmasındaki etkiyi biraz azalttı. Bazı gruplar iki çalışmayı birden göstermişti, biz ancak birini gösterebildik diğerine az çalıştığımız için. Genel olarak ses uyumu ve senkron sorunları göze batıyordu herkeste. Bizimkine ek olarak, yapılanın seyirciyi yalayıp geçmesi, etki bırakması gerektiğini söylendi. Erdem-Dilan’ınki daha yakınmış Celal’in düşündüğüne. Efe-Savaş, Hacivat ile Karagöz gibiydi. İlke ve Kerem’inki daha deneyseldi; ama iki kişi olduğunu hissettiriyordu – ki biz topluluk için olacak şekilde demiştik- daha çok toplu bir uyum, tek tek kişilerin hissedilmediği; ama tek bir kişi de olmadığı bir koro olması gerekiyordu bu. Mesela Murat-Duygu ve Savaş’ın ve Efe’nin sesleri uymuyordu; ama Suzan ve Mine’nin sesleri çok uygundu. Senem-Sezin’inki daha tempolu olacak şekilde tekrarlatıldı. Yapılan çalışmalarda fark edilenler bu şekilde konuşuldu, aslında kimse nasıl bir şey olması gerektiğini kesin olarak bilmediğinden çalışma yaparak ve bunlar üstüne konuşarak bir şeyler çıkaracağız. Dolayısıyla herkeste farklı bir şeyler var; herkesin yaptığı bir parametre ve tartışma başlığı aslında. Bence hepimiz çalışma esnasında bunlar üzerine yeterince kafa yorup bir şeyler çıkarma çabası içinde olması gerekiyor ki yönelimlerin ne olduğu anlaşılabilsin ve tartışılsın. Aklıma, Erdem’in taaa Cimri çalışmalarının başlangıcında, Bilgi Üniversitesi’ndeki çalışmanın sonunda söylediği, hiçbir provanın boşa geçirilmemesi gerektiğini söylediği geliyor. Şu an çalışmaların bu şekilde geçirilmeye çalışılması, bir oyun çalışması durumundan daha önemli galiba.

8 Ağustos 2006

Suzuki atölyesinde yapılan çalışmalardan örnekler yaptık.

1. Zorlayarak, arkadan bir şey çekiyormuş, bir kaya itiyormuş ya da tanrıyı görüp ona gitmek istenilmediği halde ona gidiliyormuş gibi, enerjiyi üçgen bölgesinde toplayarak yürümeye çalıştık.
Herkes tek sıra oldu, yaklaşık 15 m gidip, seyirciyi sağa alarak onun önünden dönecek şekilde, odaklandığımız noktayı kaydırmadan geri dönüp aynı yerimize geldik.
Dönerken postür alıp, onu koruyarak yürüdük.
Postür alıp aynı yere gelince tekrar seyirciye önümüz gelecek şekilde, sadece el ve kol hareketleri yaptık – ritim ve hareketler değişken olabilir.

2. Aşağı çömelik, rahat ama “hazır” pozisyonundayız. İşaretle en yükseğe (eller serbest, bacaklar gergin, parmak ucundayız), ortaya (dizler kırık, sırt düz), alçak pozisyona (sırt düz, çömelik) pozisyonlara geçtik.
Her kalkışa el-kol hareket postürü ekledik.
Daire olduk, her pozisyon 10 sayışta başlangıç pozisyonuna inildi. Sonra sayma bırakıldı, hep birlikte ortak ritim alarak inildi, daha sonra Erdem’in karşılıklı işaret ettikleri birbirini indirdi.

Her pozisyona söylemek üzere Efe’nin repliğini çalıştık:

“Hekabe’nin gözcü rahibeleri!
Görmüyor musunuz sahibenizin sessizce yere çömelmiş olduğunu?
Yardım etmeyecek misiniz?
Perişan olmuş ihtiyar kadını bu halde mi bırakackınız?

Kalpsizleeeeer!” (Troyalı Kadınlar- Euripidies)

Önce hep birlikte her pozisyonda söyledik, daha sonra Erdem’in işaret verdikleri bu repliği söyleyerek başlangıç pozisyonuna indi.

3. Herkes göl yönünün tersine dönüp çömelik oturdu. Arkamızda bir duvar olduğunu kabul ederek, hızlıca ama frenleyerek dönerek ayağa kalktık. Bir sağdan bir soldan olmak üzere.
Frenleyip durduğumuz anda repliği söyledik, tok ve güçlü!
Repliği söylemeye devam ederken, DUR, DEVAM ET komutlarıyla repliği frenleme ve zamanında başlama – tekrar başlarken yine yüksek enerjiyle söyleyebilmek- çalıştık. Kesişler önce kelimelerden, sonra hecelerden oldu. Replik söylerken nefes almamız gereken yerlede bir ses çıkararak nefes aldık.

Pes sesten herkes söylerken Erdem bana bir melodi yap dedi, anlamadım. Celal ara verdirdi. Erdem’e ezik bir şekilde baktığımda, sorun değil, ben de anlamadım, dedi.

Aradan sonra tekrar “hazır” pozisyonuna geçtik. Efe, Murat dem sesi verirken biz yine kalkarak repliği söyledi. Sonra dem sesleri arttı, repliği söyleyenler azaldı, hatta en son İlke tek başına kaldı. Dem sesini üç farklı ton yaptık, bunu repliklere göre ayarladık. Erdem bizi veya İlke’yi zaman zaman durdurdu, durdurulmayan devam etti. Sonra replik söylemeye Suzan, ben, Gülçin, Sezin de katıldık. Demciler çıkardıkları sesi frenleme yaparak çalıştılar, onlar sesin bitişini frenlerken biz replik söylemeye girdik. Refleks, dikkat çok önemliydi; çünkü Erdem yine arada durdurup tekrar başlatıyordu, nerede kalındıysa o şekilde başlanması ve kesilmesi gerekiyordu! Eh, yaptık sayılır.

Daha sonra metinleri çalışmaya başladık, aynı çiftler olarak devam ettik. Repliklere hareket eklememizi istedi Celal.

Gülçin’in sesi boğazından dolayı çok zorlandı, çalışırken sıkıntı yaşadı. Metinlerden sadece birine çalışabildik yine. Nefes alışları, bakışları, omuz ve ayak duruşları, hareketlerin senkronizasyonuna dikkat etmeye çalıştık.

Hava kararınca ateş yaktık, göl kenarında toplanıp çalışmalarımızı mehtap manzarasında gösterdik. Erdem ve Dilan iki metin çalışmışlardı, çalışmaları teknik açıdan çok iyiydi; ama her söze bir hareket bulunmuş gibiydi. Bizde ses uyuşmazlığı vardı. Celal, Senem ve Sezin’inkinin düşündüğüne en yakın çalışma olduğunu söyledi. Savaş-Efe ezber,vs sorunlardan tam gösteremediler. Ayrıca, klişe yapmakla yapmamak arasında kalmaktan bahsetti Celal, İlke-Kerem ve Dilan’da bunu fark ettiğini söyledi. Klişeden kaçmak için tekniği zorlamak gerekiyor, dedi. Zehra-Gülden’in sesleri zayıftı. Celal bunun için, cansız ve ruhsuz olmamalı, dedi. Aslında düşününce, günlerdir yaptığımız çalışmalarda döktüğüm terleri bu çalışmada o kadar dökmedim. Gülden buna ter farkı var diyor, Celal risk alınmamış yeterince diyor.

Bundan sonra herkes Antigone’den herhangi bir tirad – koro olmak zorunda değil- bulacak ve çalışacak. Çalışmayı bitirdik, yemekten sonra göl kenarında Savaş’ın bağlaması eşliğinde geç saate kadar şarkı türkü söyledik.

9 Ağustos 2006

Sabah bolca güneşe selam yaptık. Gülden omuz indirme/kaldırma, baş sağ/sol, diz çevirme, kaça ileri/geri hareketlerinden doğaçlama yapmamızı istedi. Sonra ikişer gruplar olarak yaptık ve sırayla gösterdik. Benim Senem’le yaptığım hereketler, fazla doğaçlama olmamıştı, kısıt hareketlere fazla takıldık ve fazla değiştirmeden yaptık. Bazı gruplar ise hareketleri fazla değiştirmişti. Celal, çalışma bittikten sonra, “Tiyatro, gereksiz olduğunu düşündüğümüz şeyleri haklılaştırdığımız yer, rasyonalize düşünmediğimiz zaman yaratıcılık başlıyor.”, sözünü hatırlattı. Bir de çalışma sırasında bırakanlar olmuş biz devam ederken. Onlar için, mümkün olduğunca çalışmayı bırakmamak gerektiğini; ama bırakmak zorunda kalındığında çalışmayı bitirip seyirci konumuna geçmemizin daha iyi olacağını söyledi.

Okumada, Nietzche’nin “Yunan Tragedyası Üzerine İki Konferans”ından koroyla ilgili kısımları okuduk.

Akşam çalışmasına, iki ayaküstünde, ağırlığın ortada olduğu temel duruştan dengeyi sağa sola kaydırarak başladık. Bunu yaparken enerji harcayarak, kaslarla kontrollülük sağlayarak, yaptığımız hareketin tersini düşünerek yapmaya dikkat ettik. Ayrıca, kalçanın öne/arkaya atıldığı hareketi bir süre büyütüp küçülterek ve ortak tempoyu artırıp azaltarak yaptık. En hızlıdan en yavaşa geçince dengenin uç noktalarda bozulduğu hareketler yaptık. Bu hareketlere bir eli yere koyarak ve dört uzvu yere koyarak devam ettik.

Stilize yürümeye geçtik. Aniden birkaç adım atıp durduk –fren önemli-, ilerledikçe her duruşta bir postür almaya başladık. Murat ha sesi vermeye başladı ve böylece koşma ve durma ritmimizi ondan aldık. Daha sonra bu sesi kendimiz vermeye başladık, gittikçe hızlandık ve bu kez her duruşta dünkü Troyalı Kadınlar’dan aldığımız repliği söyledik. Alanı küçülttük ve postür vermeye devam ettik. İyice sıkıştığımızda durup sadece belli ritimle repliği söyledik.

Aradan sonra bağdaş kurarak oturduk. Celal, nefesten bahsetti. Diyafram nefesi diye ayırmanın yanlış olduğunu, bütünlüklü nefes almak gerektiğini vurguladı. Kasık, karın altından kontrol ederek tam nefes almaya çalıştık. Kesikli ve ani nefes alış-verişiyle devam ettik. Hep birlikte düz aaa sesi verdik. Göğüs sesine indirmeye çalıştık. Celal, Duygu ile 15-20 dk kadar ayrı çalışırken izledik. Duygu’nun günlük hayatta kullandığı sesi çatallı ve nodül varmış gibiydi. Çalışmanın ilk başında tınlatıcı değişimleri fark edilmiyor, sürekli gırtlaktan gelen bir ses duyuluyordu ve nefesini kontrol etmekte zorlanıyordu. Gittikçe daha farklı tınılar çıkarmaya başladı, farkı görmek ilginç!

Sonra, hepimiz ellerimizi yere koyup eğilerek sesi karına indirmeye çalıştık. Benim arada oluyor. Sonra kafa arkasına ve üstüne çıkarmayı denedik, aradaki farkı anlamaya çabaladık. İlke’de keşiflerini bizimle paylaştı: “eu” diyince burna aldığını, “gn” diyine kafa gerisinde olduğunu söyledi.

Bu denemelerden sonra tınlatıcı geçişlerini kullanabileceğimiz bir doğaç yapmamızı ve buna denge hareketleri eklememizi istedi Celal. 15 dk çalıştık ve gösterdik. Suzan, Gülçin, Zehra, İlke göstermedi. Çalışmalar üzerine konuştuk. Gülden ve Dilan için duygulanım tehlikeli, daha çok teknik olmalı; Erdem’inki “zaten”; ama fazla teknik; Efe, Senem’in gırtlak kapalı, benim açık; Kürtün’ün fazla melodik; ama çok yükselmedi; Sezin ve Kerem’in melodik çalışmaları ise beğenildi. Bu konuşmalardan sonra, göğüs tınlatıp tok ve güçlü bir ses vermenin zor olduğunu, nasıl yapabileceğimi sordum, örneğin bugün topluca çalıştığımız replikleri söylerken yapmaya çalıştığımız gibi. Hep birlikte bunu denedik. Ben şunu fark ettim ve söyledim ki, kafanın arkasından getirip diğerlerine de dağıtınca daha yüksek çıkıyor. Celal de denedi; ama çıkardığım sesi uzun süre yapınca gırtlağımın acıyacağını söyledi. Denemeler ve muhabbetler arasında çalışma bitti. Hep beraber göl kenarına gidip ay manzarasını izledik –elma yiyerek. Dün geceden kalma şarkılardan söyledik. Akşam yemeğini iskelede yedikten sonra Caché (Haneke)’yi izledik.

10 Ağustos 2006

Sabah, herkes kendi eklemlerini açtı ve güneşe selam yaptık. Dizleri çevirdik. Dizler öne/geriye farklı eğilme miktarıyla giderken ritme ve frenlemeye önem vermeye çalıştık. Bu hareketleri yaparken gittikçe parmak ucuna çıktık ve bunlar denge bozma hareketlerine dönüştü. Havada asılı kalır gibi zıplamaya başladık. Sağa/sola zıplayarak hızlandık ve denge kurmak daha da zorlaştı. Sonra bu haraketlerden doğaçlamaya başladık. İkişerli olup birlikte yapıp gösterdik. Ben Suzan’la yaptım, gittikçe çömelmeye geçen, birden yükselen zıplamalar yaptık – geçişler çok net olamadı; ama o geçişleri almak gerçekten zordu. Efe ve Murat’ınki komikti – “çak”ıyorlardı, Savaş’ın bedeninin üstü kontrolsüzdü; Suzan ve Dilan’ın sağlam yere basmadıkları söylendi ve yere sert düşüyorlardı. Düşüşü, dizler yardımıyla yumuşatmak gerekiyormuş.

Akşam kalça hareketine devam ettik (hızlı-yavaş ritimli). Karşılıklı denge hareketleri yaparken birden dört ayaküstüne düşüp, tekrar eşleşip hareket doğaçlama yaptık. Hareketleri artık koroda kullanmaya uygun doğaçlamak istiyorduk. O yüzden artık yuvarlanma, konumu sabit olmayan hareketler yerine kendi yerimizde bir takım ritim ve denge göz önünde bulundurulan hareketler doğaçladık.

İlk gün doğaçlayıp gösterdiğimiz set şeklindeki hareketleri düzenledik – konumu sabitleştirerek- ve toplandık. Biri daire içine girip hareketini diğerlerine yaptırdı. Dairedekiler harekete uygun – genelde ortadakinin ilk hareketi oldu – bir hareket yapıyordu, ortadaki kendi hareketlerine devam ediyordu. Örneğin, Sezin’in tokatlamalarının ilk aşamasını 4 ritim Sezin’le birlikte yapıyor, 4 ritim bekliyorduk. Senem’in hareketlerini yaparken de biz durduk, Senem devam etti, Senem durdu biz devam ettik. Ya da Senem’in ilk hareketini yaparken Erdem’in işaret vermesiyle Senem’in yaptığı harekete geçtik. Hareketi yavaşlatıp hızlandırdık ve Erdem’in hepimizi durdurduğunda aynı yerde birbirimizi yakalamamız gerekiyordu. İlk başta olmasa da Erdem uyardıktan sonra daha ortak yapmaya başladık.

Ara verdiğimizde DSİ yönetim kurulunun bizden rahatsız olduğunun, burada çalışamayacağımızın haberini aldık Celal’den. O durumda yapılan tartışmalardan çıkan görüşler, köylülerin bizden rahatsız olmaları, ses çalışmalarını – özellikle- tuhaf bulmaları. Hatta biz onlara göre paganız (erkekli-kızlı grup, vs), acayip ayin sesleri gibi sesler çıkarıyoruz, vücut hareketleri yapıyoruz – normal(!) bir tiyatro çalışması değildi, metnimizi ezberleyip “takıl”mıyorduk- (Fazlı, Sinan gibi insanlar olsaydı, köylüler bizi kesin çok severdi esprileri ve gülüşmeler..). Bir sürü yol düşündük yer için; mekanı terk ettik. Yine tartışma ve muhabbet devam ederken iki arada bir derede sopa çalışması yaptım Senem ve Murat’la. Sonra evin önündeki çeşitli alanlara yayılıp bulduğumuz metinlere çalışmaya başladık. Gülçin’le çok güzel bir göl kenarı bulduk, kuytu ve sessiz bir yer. Hatta şu an burada yazıyorum, burası benim mekânım oldu. Gülçin’le bir sürü şey bulduk, senkron ve ses uyumuna önem verdik. Metni söylerken sanki alttan davul sesleri geliyormuş gibi hayal ettiğimiz için, gazete kâğıdı bulup – daha yüksek ses için - üstümüze iliştirdik vücudumuza vurarak ritim tuttuk. Celal’e göstermek istedik, yarın herkese bakıp çalıştıracağını söyledi. Peki, diyip bitirdik ki herkes çoktan bitirmişti. Erdem ve Dilan bizden sonra yarım saat kadar daha çalışmaya devam etti. Bu arada, akşam bir baktım ki çalışmada ritim tutmak için vurduğum yerler mosmor!!! Nitekim Gülçin’inki de Akşam Kurdun Günü’nü (Haneke) izledik, enteresandı, beğendim.

11 Ağustos 2006

Sabah göl kenarındaki yumuşacık çimlikte çalışmaya başladık. Yoğun olarak denge çalıştık. Sağa-sola, öne-arkaya denge bozma, karşılıklı doğaç hareketlerle yapıldı. Celal çalışmanın ortasında müdahale etti. Çalışmada kendi kendinize asla kalmayın, içinize dönmeyin, başkalarını da görün, dedi. Ayrıca, çalışmayı bırakmayın, konsantre olmaya çalışın, diye uyardı. Biz de hemen birbirimize uygun hareket etmeye başladık. Çalışmayı bitirdikten sonra Celal demek istediğini açtı. Sıla örneğini verdi. Tek başına olduğunu ve başkalarını dinlemediğini ve bu yüzden hareketleri çok güzel yaptığını, kendisinin ise ona “Çok güzel yapma” dediğini anlattı. “Karşınızdakinin hareketinin aynısını yapmak zorunda değilsiniz, ortak yaşamda aslında bireyini eritme tehlikesi değil, ikna etme ve edilme açıklığı var. Nietzce’de tartıştığımız “ben imzası atma” meselesi, “ben”i yitirme korkusu oluyor. Kendinizin aşağı çekilmesinden korkmayın, sadece faydası dokunduğu zaman değil; kötü olduğunda da etkilenmeye açık olun”, dedi. Ben bunun nasıl yapılması gerektiğinden çok emin değilim (Bu konuşmayı ilerleyen çalışmalarda düşündüm, özellikle karşılıklı eşleşip doğaçlama yapma sırasında bunu mecburen düşünüyoruz; ama karışık hareket yaparken bunu her çalışmada bir kez daha düşünmek gerekiyor ).

Sonra göle koştuk. Kahvaltıda ise dünkü film ve Haneke üzerine konuşuldu. Ayrıca, Radikal’in Kitap ekindeki Aslı Erdoğan’ın kapak resmi olması, verdiği pozlar ve yaptığı işten bahsedilirken, iyi olana hakkını vermek, ideolojik duruş konusu açıldı. Konuşma bu şekilde uzayınca, Celal, okuma yapmayalım, ikinci hafta ve sonrası üzerine niyetleri konuşalım, dedi. Benim, Mahmut’un ve Hilal’in ne yapacağını sordular. Sonra Cimri’yi oynayabilme ihtimali atıldı ortaya, şehir dışında oynama ve festivallere katılacak şekilde. Daha sonra konu dağıldı. Celal BÜO’daki garip yurt anılarını anlattı

Saat 15.00’de çalışmaya geçtik çimlerde. Dün çalıştığımız metinlere devam ettik. Celal her grubun yanına gidip izledi ve çalıştırdı/öneride bulundu. Gülçin’le ikimizin çalışmasından bazı yerleri attı. Bunun nedeni, bu hareketlerin metnin atmosferini bozması, metne uygun hareketler olmamasıydı. Metne geri dönün, ne anlattığını, nereye yöneldiğinizi (nöbetçi Kreon’a heyecanla ve korkuyla haber getirmiştir) düşünün, dedi. Biraz allak bullak olduk, bu yönde değiştirmeye çalıştık. Hareket bulmuş olmak için değil de uygun olması için düzenledik; ama yaptığımızdan emin olamadık. Celal tekrar geldi ve izledi; ama bu kez çok temel senkronizasyon, güvensizlik sorunları yaşadık – hareketleri değiştirince yeterince çalışamadığımızdan bütünlük içinde gösteremedik. Topluca göstermeye geçmemiz gerekiyordu artık. Önce Kerem ve İlke’nin atmosferik mekânında kendi çalışmalarını, sonra çimlik alanda Erdem-Dilan’ınkini ve Sezin-Senem’inkini izledik, geri kalanımız çalışmasını iskelede gösterdi. Öncelikle, son iki çalışmalardan, Suzan-Mine ve Gülçin-ben (sona kalan dona kalır misali) çok temel olarak kendimize güvenmediğimiz ve bu yüzden yapamadığımız yönünde eleştirdi Celal. Ayrıca, bizim çalışma da dâhil olmak üzere, metnin ne anlatmak istediğine uygun ses ve hareket doğaçlamak gerektiğini bir kez daha tekrarladı. Bu yönde Kerem-İlke’nin çalışması atmosfer kurma kaygısıyla yapılmıştı. Ancak, teknik zorlama konusunda biraz kararsızdık. Erdem-Dilan’ın çalışmasında sınırlar zorlanmıştı; ama bu Celal’in biraz önce söylediğiyle – metne uygun hareketler – pek uyuşmuyordu. Bu iki çalışma üzerinden konuşmaya başladık; çünkü Celal her ikisine de, iyi çalışmalar, demişti (ancak örnek teşkil ettiği durumlar birbirinden ayrı duruyordu). “Şu hareket çok teknikti”, “yook asıl o hareketle sayesinde yapılan ses tamamen atmosfer kuruyordu” gibi fikirler öne sürüldü. Sonuçta bu çalışmaların iyi-kötülüğü tartışılıyor gibi görünse de, aslında tüm çalışmaların bundan sonra ne tarafa yönleneceğini tartışıyorduk. Nitekim, her çalışma, daha önceki çalışmalara nazaran, senkronizasyon ve ses uyumu bakımından daha ileri bir seviyedeydi. Fakat Efe, çalışmalarda yaptığından emin olmadığını, anlayamadığını söyledi – ki aslında bu bence herkeste vardı az çok. Bu direnç önemli; ama biraz güvenmek gerekiyor sanırım gruba.

12 Ağustos 2006

Sabah denge çalışmaları yaptık yine, bu hareketleri parmak ucuna çıkarak yaptık. Herkes dağılıp denge zorlayan bir hareket doğaçladı. Celal, bir hareket seti yerine dengede durma, dengeyi bulma yapın, dedi çalışmayı keserek. Biz de yavaş ritimde her yöne doğru denge bozucu hareketler yaptık.

Saat 14.00’de okuma yaptık. Sonra sesli olarak masa başında Antigone’nin tamamını okuduk. Kerem, “peki neden Antik Yunan, tragedya?” diye sordu (ODTÜ tarzı). Celal ise, Macbeth, ardından 1 senelik çalışmalardaki tartışmalar ve Grotowski’den sonraki sürecin devamlılığını sağlıyor, dedi. Burada Hint tiyatrosu ya da Moliere kampı da yapılabileceğini; ama bizim aslında Yunanlı olduğumuzu ve bize miras olduğunu ve bu yüzden bize yakın durduğunu söyledi. Tabi bu tartışma bu kadar değil; ama toplantıda kayıt tutulsaydı sanırım daha iyi olurdu; çünkü hatırlayamıyorum

Bugün metinleri bitirmeyi hedefliyorduk. Öncesinde çalışma için sopa çalışması yapılacaktı. Senem ve Efe, Aleksiyev Levinski’nin biyomekanik atölyesinde öğrendikleri hareketleri gösterdi.

1. sopayı sağ ve sol elle 180º döndürüp tutma (bu hareketten sonra Turgut’un getirdiği erzakları sopayla taşıma hareketi de yaptık )
2. sağdan sola, soldan sağa 180º dönecek şekilde atma
3. sağ ve sol elle ayrı ayrı ve sağdan sola/soldan sağa sopa atma hareketini bu kez 360º döndürerek yapma
4. sopayı yere paralel olacak şekilde ortasından tutarak, elin üzerinde gezdirilmesiyle döndürme ve tutma (sağ ve sol elle ayrı ayrı)
5. sağ elle sopanın ucuna yakın yerden yere dik olacak şekilde tutarak, dışa doğru otkas hareketini alıp içe doğru yarım dönme hareketiyle sol ele aktarma. Gidilen tarafın diğer ayağı içe doğru dönüyor; ama gövde düz. Hareketin devamında sağ elle başlanıp sol ele verildikten sonra, sopayı yine yere göre dik tuttuktan sonra içe doğru tekrar otkas alıp dıştan doğru el üstünde çevrilip tutulur. Sağda yine aynısı.
6. yere paralel ve uca yakın tutulan sopanın kısa tarafı, bilek çevirme hareketinden kolun üstüne alınıyor, dirsek büküldüğünde sopa omuza alınıyor – tüfek alır gibi-, öne hamle yaparak boyun-kol yolundan sopa aşağı kaydırılır ve tam düşecekken tutulur (bir ayak arkada, duruş önde doğru, denge önde). Bu duruşta aynı hareket tekrarlanır, sopa tutulurken denge arkaya geçirilir bu kez.

Bu hareketlerde, sağ elde yapılan hareketlerde sol ayak önde, solda yapılan hareketlerde sağ ayak önde; sağdan sola/soldan sağa hareketlerde ayaklar yan yana ve her zaman birbirine paralel.

Ses çalışmasına geçtik. Çok düşük ve pes bir ses çıkardık. Hepimiz aynı sesi çıkarmaya çalıştık. Erdem herkesi tek tek dinleyerek farklı ses çıkaranları uyardı ve bir süre sonra gerçekten hepimizden ortak tek bir ses çıktı! Sonra işaret vermeden birbirimizden alarak sesi yükselttik. Bir kişi en düşükten yükseğe kadar çıkan bir ses verirken aniden durdurulup, geri kalanlar durdurulduğu anda verilen sesi vermeye çalıştı. Birkaç kişiye ses vermesini işaret etti ve o ses taklit edildi. Ses verenlerden daha fazla riske girmesini istedi. Sonra Erdem taklit etmemiz için ses verdi. Yine titreterek pes bir dem sesi verdi, hepimiz onu yaparken benim bu sesten ayrılmamı istedi. Ben heyecanlanıp hemen yükselmeye çalıştım. Celal gelip acele etme diye uyardı. Kafa ve burun tınlatıcılarına çıktım ama alt sesi dinleyemedim, ona pek uygun olmadı. Erdem bitirmemi isteyince hepimiz hmm’lamaya geçerek çalışmayı bıraktık. Celal, 20 dk boyunca konuşmayın, soğuk/sıcak içmeyin, dedi. Grotowski öyle yaptırırmış, ses dinlensin diye. Gülden söylemiş böyle yapalım diye Celal’e. Ama kimse fazla önemsemedi.

13 Ağustos 2006

Sabah 10’a çeyrek kala uyandım. Programa göre 10.30’da kahvaltıya oturmak hedefleniyordu. Herkes kendi çalışmasını yapacaktı. Çimlerin oraya gittim herkes yeni yeni uyanırken. Duygu, Dilan, Murat vardı. Önce denge, kalça hareketi, kol/el çalışmaya başladım. Sonra Gülden gelince bolca güneşe selam yaptık birlikte, iyice ısındım. Kol ve kalça çalışmaya devam ettim ve esnemeye geçtim. Hareket doğaçlayım dedim; ama tek başıma hareket doğaçlamak zor geldi, hem enerji vermek açısından hem de hareket bulmaya konsantre olmak açısından, kısacası tıkandım. Çok terleyip yoruldum; ama başkalarıyla yapsaydık daha enerjik olabilirdim. Yerde yuvarlanma, mum duruşu, amut,vs denedim. Zaten diğer gelenler de 15 dk yapıp bıraktı, ben ~40 dk yaptım. Herkes bırakınca – ki gelmeyen de vardı – ben de bırakıp göle girdim. Tam kanoya binecektim ki kahvaltıya çağrıldık.

Saat 13.00’de çalışmaya geçtik okuma yapmadan. Kerem, Senem, Gülden ve Sezin’in buldukları tekrarlanabilir hareketleri yaptık. Sezin’in hareketini daireden dağılarak yaptık (ritim değiştirilebilirdi), iyice yavaşlayıp hızlandık ve ortada buluşunca yine orijinal harekete geçtik. Bu hareketlerin her birini yaklaşık 10 dk boyunca yapmıştık. Bu hareketleri yaparken ortak bir ses dahil ettik. Sesi harekete göre bozduk. Efe, Murat harekete farklı sesler katarak o sesi bize de yaptırdı. Daire olduk. Ortak bir ses bulunca, herkesin pes çıkardığı sese Gülden, Senem, Efe, Kerem “koro başı”lığı denedi – dem sesinin dışına çıkan ama aynı zamanda uyum sağlayan ses doğaçlayarak. Nefesin iyi kontrol edilmesi, acele edilmemesi ve dem sesinin dinlenilmesi gerekiyor kesinlikle. Sonra hmmm’layarak oturduk. Celal, “nefesin önemi, heyecanlanmama, acele etmeme, kasılmama, alt sese dâhil olabilme, birden çıkmayıp yavaş yavaş yükselme”den bahsetti. Sonra tüm hafta yaptığımız çalışmalardan bir doğaç yapıp bir hikâye anlatmamızı istedi. İlk aklıma gelen fiziksel eylem tarzı bir çalışma geldi. Araba bozulması hikâyesiyle commedia dell’arte tarzı bir çalışma yaptım. Herkes gösterdikten sonra çalışmalarda 3 farklı eğilim çıktı:
Commedia dell’arte gibi somut hikâye anlatımı
Soyuta yakın ama hikaye
Tamamen soyut

Ben, Murat (ki onun da araba hikayesi vardı ? ), Sezin, Dilan, Kerem (Turgut’un balonlarıyla), Savaş birinci grup; Erdem, Gülden, Senem, Efe, Mine ikinci grup; Suzan ve Zehra üçüncü grup idi Celal’e göre. Duygu ve İlke göstermedi. Bunun üzerine Celal’in söylediklerini şu şekilde toparlayabilirim:

Eskiyi bırakıp yeni bir şey yapıyoruz diye görmemeli bu çalışmaları; ama kolaya (bilinenene) kaçmamalı. Çok dilli konuşabilmeli; ama bilinene ana dil muamelesi yapmamalı.
Sadece kurgu yapıp vücut ve sesi buna uydurma şeklinde olmamalı, vücut da kurguya katılmalı. Vücut çalışması sahnede gerekli olduğundan yapılmamalı, faydacı yaklaşmamalı. İçten dışa, dıştan içe’nin daha gitmeli-gelmeli olması gerekiyor.

Soyut çalışma yapın deseydim çalışma ne olurdu acaba, dedi. Aslında bu çalışmanın eğilimleri ortaya çıkarması için bilerek hikaye yapın demiş, bilinçli hataymış.

Yine göl molası. Gidenler hazırlandı. Onlar gidince temizlik yaptık. Akşam “Paris, Teksas”ı izledik.

14 Ağustos 2006

Çalışma yapmadık, yorucu bir haftanın sonunda –Erdem de olmadığı için- ara verdik bir günlüğüne. Ama Senem’le korsan sopa çalışması yaptık, Efe ve Gülden de katıldı. Yeni öğrendiğim hareketler:

1. temel hareket: kesintisiz döndürme
2. sağ ve solda sopayı yere dik tutarak 180º döndürme ve tutma
3. sopayı sağ ayağın üstüne koyup çaça hareketi yaparak sol elde tutma

Sonra bu hareketleri birbirine bağlamaya çalıştık, ki bence hareketlerin tek başına güzelliği değil bağlantısı ilgi çekici ve etkileyici. En son Efe temel hareketten alıp sağ elle sopayı fırlatarak ve birkaç takla attırarak sol elde tutma ve döndürmeye devam etme olarak bağladı. Onu yapmaya uğraştım, çok zor geldi, kafamı gözümü yardım uğraşırken.

Akşam değerlendirme gibi bir toplantı oldu. Bu bir haftanın nasıl geçtiği konuşuldu. Celal’in konuştuklarından anladığım kadarıyla, daha önce örgütlenmenin daha fazla vurgulandığı bir süreç vardı - İTÜS, Kadın Araştırmaları Grubu, vs ile. Ama bir süredir tiyatro yapmak daha fazla ön plana çıktı ve şu an bu kampa gelindi. Kampta farklı projelerin ortaya çıkabilmesi ve üzerine çalışmaya başlanılması hedeflenmişti. Ancak, bu bir hafta boyunca her şeyin birlikte yapılması vurgulandı: çalışmaların içeriği “birlikte yapma” vurguluydu; çalışma yapılmayan zamanlarda ise yapılan tüm yemek, bulaşık, temizlik işleriyle, 18 kişinin bir evde kalmasının sonucu ortaya çıkan “ortak” yaşam derdi söz konusuydu. Hatta hayat derdi, çalışma ve tiyatro gündeminin önünde geçti. Bu durumda ise gruplaşma ve projelerin çıkması mümkün olamadı. Çalışmalara bir harala gürele halinde geçilmesi bunun göstergesiydi bence. Sorumlu olduğum bir ikindi yemeği zamanında, okuma sırasında “Acaba ne hazırlasak” sıkıntısıyla kendimi veremediğimi, yemek işi biter bitmez hemen hazırlanıp apar topar çalışmaya geçtiğimi hatırlarım. Şu an baktığımda bunu nasıl çözerdik bilemiyorum; ama mesele sorumluluk alma değil zaten. Sadece bu sorumluluk işini biraz fazla abarttık.

Celal, bundan sonraki hafta çok az şey çalışmak istediğini söyledi. Bir toplu koro ve bir de tek kişilik metin çalışmasını bir hafta devam ettirme kararı alındı.

15 Ağustos 06

Sabah omuz çevirme hareketini bozmadan hareket doğacı yaptık. Doğaçlanan hareketten yine aynı harekete döndük. Temel hareketi devam ettirirken araya doğaç hareketi yerleştirdik. Çalışma yarım saat sürdü, bitirdik.

14.00’ta başlayan çalışma farklı başladı. Erdem, çalışmanın ne kadar süreceğini bilmediğini, kesilmeyeceğini, ara verilmeyeceğini, su içme-yemek yeme olmadan kesintisiz çalışılacağını söyledi. Sadece daire olarak durduk yaklaşık 5 dk ve konsantre olduk. Dengeyi sağa sola yavaşça kaydırarak ortak ritimli hareket ettik. Ani bir şekilde bu çalışmayı bırakıp, Erdem kafanızda ip var ve birisi sizi bu iple hareket ettiriyor diyerek hepimizi dağıttı. Sonra bu ipler kafa, göğüs ve kolda da oldu. İkişer eşleşerek kontrollü, karşılıklı ama zorlayan hareketler doğaçladık.

Toplandık ve tekrar daire olup az önceki topluca ortak ritimli yapılan yavaş hareketlerden ani hareketlere geçtik. Önce Erdem’in işaret vermesiyle yapıyorduk, sonra ani olmasına rağmen Erdem işaret vermeden, birbirimizden ortak ritm alarak yaptık hareketleri. Devamında harekete ses de eklendi. Sesi frenlemeye çalıştık. Sonra yine Erdem’in çıkardığı sesleri taklit ettik, hareket ve ses birlikte devam etti. Hareketi bırakıp sese devam ederken, Sezin, İlke, Zehra ve ben bu sese dem sesi olarak devam ettik; diğerleri buna uygun ses doğaçladı. Onlar dem yaptı, biz doğaçladık. Biz dem sesini değiştirdik ve onlar da buna uygun doğaçlamaya devam etti.

Dem sesine devam ettik hep birlikte ve isteyen bu sesten çıkıp solo ses doğaçladı. Erdem solo yapanlara imge verdi, bana gök gürültüsü, Efe’ye konuşan insan, Sezin’e kalabalık gibi. Ben yine dem sesine uygun yapamadım, imge kafamı karıştırdı biraz. Ara verdik. Herkes tek başına yapacağı, Antigone’den seçtiği- yeni metin olabilir- metinlerini çalıştı (daha önceki tartışmalarda konuşulanlar, eğilimler ve sorunlar üzerinden yönlenecekti); ama gösterilmedi.

16 Ağustos 06

Sabah kendimizi açtık önce. Omuz çevirme hareketini bir süre birlikte yaptıktan sonra hareket doğaçladık. Sonra bunu ikişerli eşleşerek doğaçlamaya devam ettik. Birden ayrıldık ve en son yaptığımız hareketi ayı ayrı yapmaya başladık. Sezin’in hareketini (sağ ayağa eğil, sol ayağa eğil, öne-geriye omuz at, üç ritimde kelebek gibi yana doğru yürü) uzun süre birlikte tekrarladık.

Okumadan sonra 15.30’da çalışmaya geçtik. Konsantre olup beklerken Erdem’in ani hareketlerini hep birlikte yakalamaya çalıştık. Sabah yaptığımız Sezin’in hareketini tekrarlamaya başladık. Birlikte hızlanıp birlikte yavaşladık ortak ritimle. Belli bir ritme yükseldikten sonra biri ortaya çıkıp hareket doğaçlayacaktı. Yani etrafta dönenler dem hareketini yaparken, ortadaki deme uygun ama aynı zamanda o hareketten ayrılarak solo yapacaktı –ses çalışması gibi. Hemen hemen herkes çıktı. Ritmi düşürdük, kesmeden tekrar yükselmeye başladık yavaş yavaş.

Bir ara durduk, Erdem el çırptığında yere yattık, tekrar çırptığında kalktık. Çok ani yatış kalkışlar oldu zaman zaman, bırakmamaya çalışarak devam ettik. Erdem buna bir ses eklememizi istedi: düşüş ve kalkış süresince devam eden ve tersi de yapılabilen bir ses – daha sonra ses aynı zamanda yankılansın, dedi; ama anlayamadık-.

Önceki Sezin’in hareketine tekrar başladık. Ritim yükselince herkes dağılıp bu harekete bir ses bulsun, dedi. 1-2 dk sonra toplandık, tekrar harekete başladık. Birisi Erdem işaret vermeden sese girecekti ve herkes bu sesi yapmaya çalışacaktı. Herkesin yaptığına emin olduktan sonra ortaya geçecek, az önceki hareket doğaçlarına bu kez ses doğacı da ekleyecek ve yine diğerlerinin yapmaya devam ettiği dem sesine ve ritme uygun olacaktı. Bu doğaçları yapan kişi, etrafındakilere enerji verecek, kendi içinde yapmayacaktı. Etraftakiler için çok yorucuydu, muhtemelen bu hareketi 1000 kere yaptık. Ben ortaya geçtiğimde, daha önceki tek başına ses veya hareket doğaçlamaktan çok farklı hissettim. Ses vücuda, vücut sese imgelem olmuştu ve daha rahat hissetmiştim kendimi. Gerçekten, vücut ve sesin teknik işi değil, imgelemle kurguya katılacağını bir kez daha düşündüm.

Arada çalışmalar üzerine konuştuk. En çok deme uygun doğaç yapma konusunda kafamız karışık. Ritim mi önemli, melodi çok olmamalı mı, teknik ne kadar kullanabiliyoruz, hareket ve ses birbirine imgelem olabiliyor mu?

Sonra koro çalışmasına geçtik, Bakkhalar oyunundan bir parça:

“Asya karasından
Kutsal Tmolos’tan
Koştum koştum durmadan
Durmadan yorulmadan, durmadan yorulmadan, durmadan yorulmadan....
Tanrımız Dyonissos aşkına!”

Çalışma çok yorucuydu, Erdem’in bulduğu hareketleri yaptık ve o da zorlayıcı hareketler bulmuş. Genelde pes bir ses kullandık, tekrarlar vardı ve tabii ki ortak yapmaya çalıştık ses ve hareketi. Çalışmayı 21.00’de bıraktık. Muhtemelen bunu Türsak’lıların belgeselinde kullanacağız?!

Akşam Cieslak, Barba cd’lerini, Medea’yı, Terzo Pulos’un Bakkhalar, Herakles,vs oyun çalışmalarını izledik.

17 Ağustos 06

Sabah çalışması topluca yapılmadı, kahvaltıya 10.00’da oturacaktık. 12’de okumaya geçtik, 14.30’da çalışma başladı. 5 dk konsantre olduk, herkes sırayla bir el hareketi yaptı, onu topluca taklit ettik. herkes istediği zaman aynı hareketiyle tekrar katılabilecekti; ama kimin ne zaman gireceğini kaçırmamak için uyanık olmak gerekiyordu. Sonra hareketler hızlandı. Derken, elin hareketlerinden doğan hareket vücudu yönlendirmeye başladı, elin gittiği yöne ve harekete uygun bir biçimde vücut da yönleniyordu. Herkesin hareketinin ayrıntısını yakalayıp o hareketi kendimizin kılmamız gerekiyordu. Sonra herkes elin ön planda olduğu bir doğaç yaptı. 10 dk çalıştık, gösterdik ve üzerine konuştuk (BKNZ. KAMERA ÇEKİMLERİ). Benimki yine atmaya kıyılamamamış halde, uzun ve iki bölümlüydü. Celal, tesadüfi olduğunun; ama başlayan ve biten bir hareket olduğunu hissettirmesi gerektiğini söyledi; yani hareket+hareket+hareket.. olmamalı.

Koro çalışmasına geçmeden yine 5 dk konsantre olarak başladık. Bütünlüklü nefes aldık, düşük pes ve ortak bir ses vermeye başladık. Aşağıya eğilirken bu sesi verdik, öne giderken yükselttik, yukarıya giderken kafa sesi verdik. Sonra oturarak yine ilk pes sesi verirken yavaş yavaş kalkıp sesi yükselttik, daha yukarı çıktıkça tekrar düşürdük. İmgelemimiz rüzgarın sesiydi, arada duyulur hale gelen arada duyulmayan rüzgar sesi.

Daha sonra dağılıp dünkü repliklere koro önerisi olacak şekilde hareket ve ses doğaçlamaya ayrıldık. Çalışmayı dışarıdan izleyenler yüzünden çimlik alanı terk edip evin önündeki alana geldik. Erdem herkesin yanına gelip izledi, birlikte bazı hareketleri yaptı. Toplandık; ama göstermedik. Erdem, yaptıklarımızı birleştirmeye çalıştı, hep birlikte yapmaya çalıştık. Yapılan solo seslerin ağıt gibi olduğunu söyledi Celal, halbuki bu bir coşma ayiniydi. Sonra biz coşmaya başladık yaptığımız hareketlerle!! Celal “bu coşmayı hatırlayın, yarın buradan devam edeceğiz” dedi ve bitirdik çalışmayı.

Akşam Dogma 2: İdiots’u izledik.

18 Ağustos 2006

Artık sabah açılmasını herkes kendi yapıyor, Gülden’le 100’e yakın güneşe selam yaptık. Sonra dayanamayıp kendimizi göle attık.

Okumadan sonra 14.30 gibi geçtiğimiz çalışmaya sopa çalışarak başladık. Önceki hareketleri tekrarladık ve yeni hareketler olarak benim tatil günümüzde Senem ve Efe’den korsan çalışmayla öğrendiğim hareketleri gösterdiler. Ben de daha iyi yapmaya çalıştım.

Aradan sonra daha önce göstermediğimiz tek kişilik metin çalışmalarına devam ettik, yaklaşık yarım saat çalışıp gösterdik. Çalışma sonunda, benimkinde bildiğimiz dans ve şarkıya kayma eğiliminin yanlış olduğunu söyledi Celal. Duygu’nun da vücut kullanımı kontrolsüzdü, dedi. Onun dışında herkesin çalışmasının, şimdiye kadar yapılan tartışmaların ve çalışmaların devamı bağlamında iyi bir seviyeye gelmiş olduğunu söyledi.

Daha sonra toplu koro çalışmasına geçtik, bir koreografi çıkarmaya çalıştık, kodlama ve senkron sorunu var. Yarın çekim olacakmış.

19 Ağustos 2006

12’de okuma yapacakken çekim ekibi Gökhan, Koray ve Özden geldi. Saat 13.00’te okumayı yapıp, planladığımız son bölümü bitirerek çalışmaya geçtik. Dün yaptığımız koreografideki senkron sorunlarını halletmeye çalıştık. Sayıyla kodlamak yerine birinin işaret vermesini kullanmaya çalıştık, böylece ortak ritime daha çok yaklaşılıyor. Çekimde kadınlar olacakmış sadece, Senem, İlke, Duygu, Gülden, Sezin ve ben kostümleri de giyip çalıştık. Erdem’in doğaçladığı ve solo attığı yerleri biz yapamadığımız için, o da sesiyle katıldı. Kerem de daha sonra Dyonissos oldu! Sahnede bize vişne suyu şarabı tattırıyordu ? Birkaç yeni sahne çalıştık; ama tamamen sinema mantığıyla; aksiyon, devamlılık, ritim, ses önemi minimum seviyedeydi; çünkü kamera çok ön planda! Akşam sekize kadar çekimler devam etti. Yemekten sonra ateş etrafında dans sahnesi çekilecekti. Erdem, maske takıp satir oldu, Kerem de tanrıydı yine. Çekimin bir arasında kafamı evin önüne doğru tesadüfen çevirdiğimde, bütün köy halkının çekimi izlemeye geldiğini görünce çok komik bir durum içinde olduğumuzu hissettim. Çekim bitince İlke’nin yaptığı süper pançları içtikten sonra ses kayıtları yapıldı ve yorgunluktan ölmüş halde çalışma gecenin bir yarısı bitti.

Ertesi gün çalışma yapmadık. Ev toparlama, biraz göl tatili ve yolculuk derdiyle İznik’ten ayrıldık.

Esma Şenel
24 Ağustos ‘06
İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder