5 Ocak 2010 Salı

İznik Kampı - Çalışma Günlükleri - Kerem Eksen

Keramet Günlüğü (5-20 Ağustos 2006)


5 Agustos

Dün olaysız bir araba yolculuğu sonrası Keramet’e ulaştık. Geldiğimizde fevkalade yerleşik bir hayatla karşılaştık. Sevgili arkadaşlarımız minderdi kaptı kacaktı bütün meseleleri kolaylıkla halletmiş, yazlık sinemanın tadını çıkarmaktaydılar. Adeta “keyifli” bir ortam söz konusuydu. Mutluluk bu değil de neydi?

Biraz sağı solu kolaçan ettik. İçinde yılanı olmayan bir yılan derisine ve muhtelif arı kovanlarına gece turları düzenledik. Haşerat gerginliği inceden inceye kendini hissettirmekteydi. Derken apansızın ortaya çıkan bir fındık faresi gerilimi doruğa çıkardı, çığlıklar atıldı, kulak kemirilmesi dahil çeşitli gergin teoriler eşliğinde minderler dizilip yatıldı.

Ve fakat uyu ki uyuyasın. Mümkünsüz. Şahsen ben ikide yatıp beş buçuk gibi hafif bir uykuya daldım. Dokuzda da herkesle birlikte kalktım. Grubun ortalaması da bu civarda sanırım. Umarım sonrası böyle olmaz.

Sabah kısa bir vücut çalışması yapıldı gölgeli yerlerde. Bir branda kaygısı var ki kökleri İstanbul’a uzanıyor. Uzun etmeyeyim. Gidildi ve 10X5 bir mavi branda alındı, kazıklar çakıldı, delikler delindi, rüzgârlar esti (Savaş brandayla beraber uçayazdı) ve daha neler neler. Ancak çözüm tatmin edici değil. Eş zamanlı olarak başka arazi arayışlarına girildi ve yanı başımızda devletimizin harika bir çalışma alanı kondurmuş olduğu fark edildi. Devlet su işletmelerine ait bu cennet ortamın sorumluları bizi bağırlarına bastı; sabah dokuza kadar ve akşam beşten sonra orada istediğimiz kadar çalışıp yuvarlanabileceğiz. Branda kesin olarak iptal oldu. Altı gibi güle oynaya çalışmaya gidildi ve iki buçuk saatlik yorucu (özellikle benim gibi uykusuzlar için) bir çalışma yapıldı. Önce vücut, akabinde de ses. Şimdi yemek saati. Senemlerin yapacağı makarnayı yiyip Efe’nin çorbasını içeceğiz. Çorba fazla kıvamlı olmuş şu anda aldığımız bir habere göre. Ama gene de mutluyuz. Yarın sabah kalkış saat altıda. Devlet Su İşletmeleri tesislerinde doğayla bütünleşmeli vücut çalışması yapacağız. Uyursak güzel olacak.

6 Ağustos

Sıcaklar çok fena. Mevsim normallerinin 6-8 derece üzerine çıkmış. Gün içinde yer yer kıl kıpırdatamayacak hale geldik. Gidip gidip kafamızı suluyoruz.

Sabah altıda kalkıp bir koşu DSİ’ye gittik. Başardık yani. Üç saatlik bir vücut çalışması sonrasında kapsamlı bir kahvaltı yapıldı. Bu arada Duygu, Orhangazi dolaylarında yaptığı bir dizi minibüs yolculuğunun son aşamasında yerimizi buldu ve aramıza katıldı. Beraberinde biberli ekmek ve künefe getirmiş olması örnek bir davranıştı. Biberli ekmek kahvaltıda yaptığımız menemenin pabucunu dama attı. Üzüldük Zehra’yla.

İstirahat saati pek başarılı değil; bu kez de sinekler izin vermedi. Ve de sıcak... Öğleden sonra programının ilk etkinliği okuma. Tragedyanın Doğuşu’nu okuyacağız. Ben ufak çaplı bir sunum yaptım Yunan tragedyaları üzerine. Laf lafı açtı, okuma biraz uzadı, sıcaklar da pek fena olduğu için çalışma saatinden yedik biraz. Sanat güzeldir, birtakım derin paradokslar ancak sanatla ele alınabilir gibi coşku dolu cümleler kurduk. Sonra doooğru çalışmaya... Önce vücut, sonra ses. Ses çalışması beni pek zorluyor, pek üzüyor. Genel anlamda da bazı endişeler uyandı içimde. Konuşacağız artık münasip bir zamanda.

Ve derken beklenmedik karar: sabaha altı buçuk çalışmasını kaldırıyoruz. Böyle taksit taksit çalışma yapılamadığına kanaat getirdik. Akşam beş gibi başlayıp geç saatlere kadar uzatacağız. Bu durumda sabah dokuz kalkış, güneşe selam veriş, kahvaltı ediş şeklinde başlayan bir programımız var.

Şu anda saat dokuza geliyor. Kadronun bir kısmı gölden geldi az önce. Mehtapta yüzmek muh-te-şemmiş. Şu anda Savaş arkamda yeni bir çeşitlemeye başladı, ama ilgilenemedim. Celal önce odun kesti, şimdi mangal yakıyor. Ev tahminimden iyi işliyor. Uyku işini de becereceğiz inşallah.

7 Agustos

Öğlen öğlen oturdum günlüğün başına, bir iki not yazayim diye. Planlandığı üzere dokuzda kalktık. Kısa bir vücut çalışmasını müteakip kahvaltı ettik. Sonra da Tragedyanın Doğuşu’na tanık olmayı sürdürdük. Zor bir doğum oluyor her açıdan. Apolloncu itkiyi anlamak hani neredeyse mümkünsüz. Çeviri de üzücü derecede kötü. Bir cümlenin orta yerine karşınıza bir “gerçi” çıkıveriyor mesela. Ya da aniden “ne ki” deniveriyor, olmadık yerde bir virgül bitiveriyor filan. Gene de baş etmeye çalışıyoruz işte. En azından umutsuzluğa kapılmadık henüz. Birkaç güne düze bile çıkarız.

Şimdi genel bir temizlik hali hâkim. Bir grup alışverişe gitti, bir grup temizlik yapıyor, hayat akıp gidiyor.

Gittik geldik. DSİ’de uzun bir çalışma... Şu anda Savaş saz çalıyor, Kürtün de türkü söylüyor yanımda. Çalışma yorucuydu dedim, boşuna değil. Vücut çalışmasının bir kısmında Celal yarım saat boyunca aynı hareketi yaptırdı. Dizler kırık, kalça öne arkaya gidiyor. Bunu çok hızlı yaparak tüm vücudu titretmek mümkünmüş. Biz vücudumuzu titretemedik belki ama şunu bir kez daha gördük sanırım: İnsan yarım saat boyunca aynı şeyi yapınca vücutta aslında mevcut olmadığı düşünülen bir enerji açığa çıkıyor.

Ses çalışmasında arayışlar sürüyor. Ben biraz zorlanıyor gibiyim hâlâ. Hem şahsi bir zorlanma, hem de çalışmanın ana hatlarını anlamama ya da bu konuda ikna olamama durumundayım. Umarım düzlüğe çıkarız bir noktada. Çalışma sonunda tiyatro yaşamımızın en güzel manzaralı sunumunu yaptık. Gölün kıyısında, dolunay-mehtap karşısında ses çalışması... Pek güzeldi.

Ve az önce Erdem geldi yanıma. Kendisi günlüğe olumlu özellikleriyle girebilmek için etrafımda pervane olup duruyor. Kendisi sevdiğimiz bir insan. Bu ekibin olmazsa olmazlarından. Bunu tüm samimiyetimle söylüyorum. Ve de tarihe böylece geçiyorum. Ses çalışması üzerine konuştuk biraz. Bugün biraz açılmışım, öyle dedi. E iyi o zaman.

8 Agustos

Öncekilerden çok da farklı bir gün değil. Sabah kalkıp sayamadığımız kadar çok güneşe selam yaptık. Ben biraz dağıldım şahsen. Kadroda pek sızlanma yok, ben de sesimi fazla çıkaramıyorum. Sonrası da benim açımdan yorucu. İTÜ geleneği bir başkaymış arkadaş. Bu nasıl enerjidir anlamıyorum ki. Az önce Senem geldi ve “Allah Allah, üzerimde bir yorgunluk var nedense” dedi. Bu benim anlayacağım bir şey değil tabii. Sorgulamıyorum o nedenle.

Çalışmada uzunca bir yürüyüş temrini yaptık. Sonrasında ses çalışmasına kaldığımız yerden devam ettik. Yavaş yavaş koro çalışmasına yöneliyoruz. Az çok koro ruhu yakalayan ikililer oldu. Senem-Sezin çalışması beğenildi. Yarından itibaren Antigone’ye yoğunlaşacağız.

10 Ağustos

İki günlük malzeme birikti, hemen yazmam lazım. Evet... Uyuduk, yemek yedik, çay kahve içtik ve tabii çalıştık. İlk gün vokal çalışması uzun sürdüğü için Antigone’ye başlayamadık. Vokal konusunda bazı şeyler biraz olsun netlik kazanmaya başladı. En azından benim açımdan. DSİ’deki halimiz görülmeye değer. Herkes bir köşede, o güne kadar çıkarmamış olduğu seslerle bağırıp çağırıyor. Genelde tiyatro çalışmasıyla sıradan bir akıl hastanesi imgesini ayırt etmek zordur. Ama bu görüntü galiba tımarhanenin ötesine geçti.

Ay şahane. Çalışma sonunda ayın doğuşunun ilk merhalelerini izledik İlke ve Sezin’in Sezen Aksu yorumları eşliğinde. Sonrasında da hızımızı alamayıp iskelede dolunaya karşı yemek yedik. Keyiften aklımızı kaçıracağız. Gece Haneke’nin Caché’si seyredildi. Parçalı uykulu bir seyir olmakla birlikte galiba genel olarak beğenildi.

Bugünün en önemli olayı ise DSİ arazisinden kovulmamız oldu. Yönetim kurulunda rahatsızlık varmış. Sanki işi gücü bırakıp bizi tartıştılar. Bekçinin yorumuna göre köylüler “bizi almıyonuz da onları niye alıyonuz” şeklinde bir itirazda bulunmuşlar.

Biz de eve döndük ve bahçedeki muhtelif mekânlarla bütünleşerek çeşitli koro denemeleri yapmaya karar verdik. Bağrılmayacak, taşkınlık yapılmayacak, deli olunmayacak. Ayrıca yan taraftaki güzel çimenliği kullanmak için Turgut’tan izin aldık. Galiba fazla etkilemeyecek bizi bu DSİ başarısızlığı.

Kadro ikili gruplara ayrıldı ve koro sahnelemerine girişildi. Biz İlke’yle eşleştik, Antigone’nin “Mezarım, gelin odam, ebedi zindanım” şekline başlayan son tiradını çalışıyoruz.

Evin ön balkonunda elim kadar bir böcek görüldü. Böceği ilk gören Mine, “burada kısılı kaldım kurtarın beni!” haykırışları arasında haber verdi bize. Böceğin yaşamı Murat’ın spor ayakkabısının kıvrımları arasında son buldu.

Şimdi yemek hazırlıkları yapılıyor. Saat ona geliyor. Erdem’le Dilan aşağıda hâlâ çalışıyorlar. Kendilerini kutluyor ve günlüğe böylece kaydediyorum. Biraz deli sesler geliyor gerçi ama olsun. Her şey sanat için.

11 Ağustos

Bugün daha önce çalışmaya başladığımız ikili koro çalışmalarına son halini verdik ve sergileme yaptık. Sonrasında da uzun bir iskele sohbeti oldu. Çalışmaların önemli bir kısmındaki sorun şuydu: teknik boyutu ağır basan sahnelemeler, metnin anlamını gölgede bırakıyordu. Bu da hareketler ve tonlamalarla metin arasında neredeyse rasgele bir ilişkinin kurulmasına yol açıyordu. Dolayısıyla metin yorumunun üzerinde çalıştığımız sahnesel imkânlarla zenginleştirilmesini henüz pek becerebilmiş değiliz. Beden ve kafa ayrı ayrı çalışıyor sanki. Metin yorumuyla metnin icrası arasında bir tür kopukluk var sanki. Bu sahneleme denemeleri devam edecek.

12 Ağustos

Bugün okuma toplantısı öncekilerden uzun sürdü. Antigone’ye ufaktan adım attık; oyunu baştan sona sesli olarak okuduk ve üzerine konuştuk.

Sonrasında ise sopa çalışması yaptık. Zevkli bir çalışma. Net bir hedefin olması diğer çalışmalardan farklı bir etki yaratıyor. Özellikle toplu hareketi zorluyor olması güzel.

Akşam Turgut ve arkadaşı Ufuk misafirimizdi. Sonrasında muhtelif film izleme girişimlerinde bulunduk ama pek başarı kaydedemedik.

13 Ağustos

Bugün hafta boyu yaptığımız çalışmaları sahneye yansıtacağımız tek kişilik çalışmalar yaptık. Celal bizden birer dakikalık hikâyeler anlatmamızı, bunu yaparken de hafta boyunca yaptığımız ses ve hareket merkezli çalışmalardan yola çıkmamızı istedi. Bazı çalışmalar alıştığımız sözsüz doğaçlama çalışmalarından pek de farklı olmadı. Kafayı başka türlü çalıştırmak gerektiği, diğer çalışmaları sahneye birer yardımcı öğe olarak değil, gerçek anlamda birer asli öğe, hatta hareket noktası olarak taşımak gerektiğini konuştuk. Bu bir dilse eğer, dedik, daha dille yeni yeni tanışıyoruz. Hatta böyle bir dil olduğunu yeni yeni fark ediyoruz. Şimdi bunu her yere yaymak gerek. Eylemlerimiz sürecek.

Günün en önemli olayı grubun bir bölümünün İstanbul’a dönmesi oldu. Aslında bir anlamda kampın ilk yarısı böylece sona ermiş bulunuyor. İş yerinden izin alabilenler ve başka mecburi işi olmayanlarla birlikte devam edeceğiz. Bugün dokuz kişiyiz. Salı Erdem geri gelecek, on olacağız. Gidenler alınmasın ama biraz ferahlık iyi geldi.

14 Ağustos

Dün aldığımız ortak bir karar uyarınca bugünü tatil ilan ettik. Galiba herkesin biraz kafa dinleme, oturup kitap okuma ve uyuma ihtiyacı var. Bu karar sayesinde huzurlu bir gün geçirdik. Ama Senem gene dayanamadı ve akşamüstü sopa çalışmasına girişti Esma ile. Çalışma yeni katılımlarla gelişti ve halen sürüyor. Güzel ve sakin bir gün işte.

15 Ağustos

Dün gece film izleme havasına giremedik bir türlü. Biz de oturup ne yaptık, ne yapıyoruz ve ne yapacağız onları konuştuk. Sohbet dallanıp budaklandı tabii ki.

Bugün farklı bir çalışma düzeni yürütmeye karar verdik. Sabah kısa bir çalışma, kahvaltı ve sonrasında doğrudan çalışmaya geçiş. Okumayı akşam yemekten sonra yapmayı planlıyoruz.

Çalışma öncekilerden biraz daha farklı bir ritmdeydi. Öncelikle en başta uzunca bir sessiz duruş yaptık. Sonrası da konsantrasyonun yoğun tutulmaya çalışıldığı bir çalışmaydı. İkinci kısımda ise Antigone’den seçtiğimiz kimi pasajları bireysel olarak sahnelemek üzere hazırlık yapmaya başladık. Şimdi yemek hazırlıkları sürmekte.

16 Ağustos

Galiba bugünkü çalışma şimdiye kadarkilerin en yorucusu oldu. Sabah çalışması esnasında Sezin ve Gülden’in geliştirmiş olduğu bir hareket öğleden sonramıza damgasını vurdu. Hareketi tekrar ederek uzun bir süre çember etrafında döndük, yer yer birimiz ortaya çıkıp hareket ve ses doğaçlaması yaptı. Geçen hafta Celal’in yaptırdığı bel çalışmasındaki durum, daha da canlı bir şekilde bir kez daha yaşandı: belli bir yorgunluk sınırı geçildikten, belli bir uyum ve ruh hali yakalandıktan sonra bedensel enerji kendini yeniden üretiyor ve yapılan hareketler uzun süre sürdürülebiliyor. Birliktelik bu süreçte teme öneme sahip gibi görünüyor. Zira Erdem bir noktada hepimizin kendi başına bir hareket bulmasını istedi ve o zaman ben –sanırım diğerleri de- çok çabuk yoruluverdim. Tekrar bir araya geldiğimizde ise enerji yeniden kıvamını buldu bir anlamda.

Çalışmanın ikinci kısmı da en az birincisi kadar yorucuydu. Bu kez gene çember olup basit bir koro koreografisi hazırlamaya giriştik. Seçilen metin Euripides’in Bakkhalar’ından. Aslında Antigone’den bir bölüm çalışma niyetimiz vardı, ancak işin içine başka değişkenler karıştı. Ancak yüz yılda bir gerçekleşecek bir tesdüf söz konusu. Kula bölgesi üzerine bir belgesel çeken Gökhan ve arkadaşları, Dionysos törenleri ve tragedyanın doğuşuyla ilgili bazı canlandırma eklemek istiyorlarmış. Kısacası Dionysos’la ilgili bir koro sahnesi oynayabilecek bir gruba ihtiyaçları varmış. Biz de bu ihtiyacı karşılayabilecek tek grubuz sanırım. İşin komiği, galiba Gökhan’ın bağlantıda olduğu tek grup da biziz. Sonuçta geçen hafta Gökhan böyle bir talepte bulundu ve biz “neden olmasın?” dedik. Hafta sonu ne olacağını göreceğiz.

Gece yemek sofrasını sinema perdesinin karşısına kurduk. Yemek esnasında Cieslak ve Barba’nın bazı çalışmalarını izledik. Sonra da dün yarım kalan Pasolini yorumu Medea.

17 Ağustos

Dünkü çalışma sonrası kadroda ağrılar sızılar artmış vaziyette. Belli tutulanlar var. Enerji de biraz düştü gibi sanki. Dün aldığımız bir kararla toplu sabah çalışmalarını kaldırdık, okumayı tekrar öğle saatlerine kaydırdık (zira akşam okuma yapmak pek de mümkün değil).

Bugünkü çalışma dünkünden daha hafif oldu. Koro çalışmasını sürdürdük. Ancak ara biraz daha uzun oldu bu kez.

Gecenin filmi Trier’in Idiots’u.

18 Ağustos

Sopa temrinleriyle başladığımız çalışmaya daha önce hazırladığımız tek kişilik Antigone sahnelemeleriyle devam ettik. Bu kez sergileme yaptık ve çıkan ürünleri filme çektik. Kadronun vücut-ses kullanımıyla metin yorumunu bağdaştırma konusunda gelişme olduğu söylenebilir. Ortak kanı “buradan bir yerlere gidilebilir ama daha çok yol var” oldu. Bu çalışmayı sürdürüp sürdürmeyeceğimiz kamp sonrasındaki planlarımıza göre belli olacak. Ancak en azından alışkın olmadığımız bir beden ve ses kullanımını teatral anlatıma dahil edebileceğimizi hissetmiş olduk. En azından bedenin ve sesin merkezi faktörler olduğunu, oyunculuğun yardımcı öğeleri değil asli unsurları olduğunu az çok fark ettik gibime geliyor.

Çalışmanın ikinci kısmı ses ve koro denemeleriyle geçti. Bu gece Gökhan’ların gelmesi bekleniyor. Bu durumda yarın çekim var.

Gecenin filmi David Lynch’in The Straight Story’si.

19 Ağustos

Gökhan’lar dün gece değil bu sabah geldiler. Biraz ne yapılacağı üzerine oturup konuştuk. Gerçekten seyrek rastlanabilecek bir örtüşme olmuş onların aradığı şeyle bizim yaptığımız çalışma arasında. Öğleden sonra bir süre hazırladığımız koro parçasını çalıştık. Sonrasında ise çekime geçildi. Çekime sadece kızlar katılıyorlar; zira Gökhan koronun gerçekten bir Bakkha korosu olmasını, yani sadece kadınlardan oluşmasını istedi. Biz de erkekler olarak içimiz kan ağlayarak oturduk.

Çekimin ikinci kısmı gece. Kızlar çok yoruldu. İşim doğrusu, Gökhan’ların çalışma tarzıyla bizimkinin örtüştüğü pek söylenemez. Her sinemacı böyle midir bilinmez, ama Gökhan’ların fazla görüntü-merkezli çalıştığı, oyuncularla ve çektikleri malzemenin teatral boyutuyla pek ilgilenmedikleri söylenebilir. Sonuçta onlar çekimlerden pek memnun.

Son gecemiz de böyle çekim telaşıyla geçti sonuçta. Çekimler esnasında ufak bir köy ahalisi grubu da toplandı çoluklu çocuklu.

Belki son geceyi biraz daha sakin, sohbetle muhabbetle geçirmek daha güzel olurdu. Kısmet değilmiş işte.

20 Ağustos

Dönüş zamanı... İlke ve Gülden erkenden döndüler, işleri varmış. Kalanlar ortalığı topladı biraz. Sonra da biraz göl sefası.

Kamp toplamda iyi geçti sanırım. Gündelik işler pek az sorun yaşanarak çözüldü. Galiba kadro, bir ortak yaşam sürdürme konusunda az çok başarılıydı.

İşin tiyatro kısmına gelince... Benim hissiyatım –ve galiba bu hissiyatı paylaşan başkaları da var- kampın asıl havasının ikinci haftada oluştuğu. Biraz tenhalığın, biraz da kampın havasına daha çok girmenin etkisi belki de. İlk hafta biraz harala güreleyle geçti sanki.

Galiba bu kampın en büyük getirisi, beden ve ses üzerindeki yoğunlaşmanın kıymetinin hissedilmesi oldu. Kendi adıma, bu kampın en azından eskiden beri “vücut çalışması” adını verdiğimiz çalışmanın içeriğinin ve kavranışının değişmesine yol açacağını düşünüyorum. Galiba teatralliği gerçek anlamda besleyebilecek, daha doğrusu teatral çalışmanın asli unsuruna dönüşebilecek bir beden ve ses çalışmasının nasıl sürdürülebileceğine dair kimi hissiyatlara ve çıkış noktalarına sahibiz artık.

Belki eksik kalan işin çalışma harici bölümlerindeki yoğunlaşma oldu. Galiba ikili, üçlü ya da toplu sohbetler yapamadık yeterince. Ne yaptığımızı, neyin peşinde olduğumuzu daha iyi sindirebilirdik, daha çok tartışabilirdik belki.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder