1 Ocak 2010 Cuma

Seyyar Sahne Gümüşlük 2007 Kampı Günlüğü – Gülden ARSAL

28.07.07 / 12.08.07

28.07.07
Gümüşlük Akademisi’nde ilk gün...
Merve ve Nesrin’le yaptığımız uzun yolculuk sonrası akademiye varıyoruz. Akademiye iki gün önceden hazırlık yapmak için gelen Erdem Senem, Celal ve İlke’nin dışında Kerem ve Ayşe de kampa ulaşmışlar. Kısa bir süre sonra Suzan ve Ege de geliyor. Gümüşlük akademisi yeşillikler içine kibarca kurulmuş hoş bir yer. Biz edebiyat evinin karşısındaki dört odada ikamet edeceğiz. İznik’teki koşullarımız düşünülünce bu odalar bizim için oldukça konforlu. Her odada küçük bir mutfak bile var, buradaki dolapları depo olarak kullanacağız. Asıl mutfak heykel ve resim atölyelerinin olduğu yerde. Çalışma yapacağımız amfi tiyatro ise hemen gölün yanında. Akademide yaptığımız kısa bir turdan sonra hızlıca kahvaltı yapıp çalışmaya koyuluyoruz. Öncelikle temizlik, yerleşme ve diğer işler için bir işbölümü yapıyoruz. Daha önceden gerekli malzemeleri tespit edip alışveriş yapan kadro eksiklikleri tamamlayacak. Suzan ve Ayşe mutfağı düzenleyecek. Erdem, Ege ve Kerem yatakları depodan getirip kuracak. Merve, Nesrin ve ben de odaları temizleyeceğiz. Sıcağa aldırmadan canla başla çalışıyor akşama doğru birçok işimizi tamamlıyoruz. Bu sırada akademide yapılacak bir kokteylin davetlisi olarak akşam saatlerinde Baskın Oran’ın geleceğini öğreniyoruz. Göl kenarında kokteyl hazırlıkları sürerken amfi tiyatronun zeminini döşeyeceğimiz malzemeler kamyonla geliyor. Kamyonun peşinden de Oğuz geliyor. Her biri oldukça ağır olan MDF’leri zor bela kamyondan indirip uygun bir köşeye yığıyoruz. Bu sıcakta bu kadar çalışmanın ödülü olarak denize gitmeyi hak ediyoruz. Yolda kampa yeni gelen Savaş’ı görüyoruz ama arabaya alacak yerimiz yok.

29.07.07
Güne Senem’in sesiyle uyanıyorum: “Haydi, kalkın denize gidelim” diyor Senem. Bizim oda tüm kadro (Ayşe, Merve ve ben) tamam diyor bu davete ve Akyaka’ya doğru yola çıkıyoruz. Ancak Akyaka bulunduğumuz yere biraz uzak, zamanımız da kısıtlı olunca onca yol tepip sadece beş on dakika denize girebiliyoruz. Napalım en azından çivi gibi başlıyoruz güne. Kahvaltı için ekmek alıp dönüyoruz kampa. Kahvaltıda kamp programı üzerine tartışıyoruz. Celal bu yılki kampın daha esnek bir programı olabileceğini, akademinin fiziksel koşullarının da buna imkân verdiğini söylüyor. Geçen sene İznik’te program baskısından bireysel çalışmalarımıza çok fazla ağırlık verememiştik. Çalışma, okuma ve yemek saatleri dışında bireysel çalışmalara çok fazla zaman kalmıyordu, kalsa bile tenha bir köşe bulmak pek de mümkün değildi. Celal’in önerisi akşam altı gibi çalışmaya başlayıp bitiş saatini açık tutmak ve kesintisiz bir çalışma yapmak. Böylece gündüz saatlerinde bireysel okumalara ve sunumlara vakit ayırabiliriz. Geçen sene kampın önemli gündemlerinden biri olan yemek saatlerini de serbest bırakıyoruz. Yemeklerimizi İlke, Suzan ve Ayşe yapacak, kahvaltıları Nesrin ve Kerem hazırlayacak ve böylece isteyen istediği saatte (tabii çalışmanın başlama saati gözönünde bulundurularak) yemeğini yiyip, kahvaltısını edecek. Ayrıca bulaşık için de hergünün iki sorumlusu olacak. Şimdilik bu programı uygulamaya karar verdik.

Bugün sahne zeminini kaplayıp akşama doğru çalışmaya başlamayı amaçlıyoruz. Celal, Oğuz, Erdem ve Savaş’tan oluşan sahne montaj ekibi akademinin kurucusu Ahmet Filmer’in öncülüğünde yoğun bir çalışma yapıyor. Çıtalardan oluşturulan iskeletler üzerine MDF’ler yerleştirilip, sabitleniyor ve akşam 18:30 civarı montaj işi bitiyor. Sahne zeminine sereceğimiz muşambalar katlı olarak durduğu için bugün seremiyoruz. Yarın güneşte yumuşamalarını ve düzelmelerini bekleyeceğiz. Kaba bir temizlikten sonra nihayet çalışmaya başlıyoruz. Tüm çalışmayı denge üzerine kuruyoruz. Yapılması zor duruşlar bularak sürekli denge merkezlerimizi farklı yönlere kaydırıyoruz. Kampın ilk çalışması maalesef Oğuz’un hastalığının gölgesinde geçiyor. Oğuz bütün gün güneşin alnında çalışınca akşam çok kötü hastalanıyor, yükselen ateşini bir türlü düşmeyince gece geç saatlerde hastaneye kaldırıyoruz. Bizim düşündüğümüzün aksine başına güneş geçmemiş, enfeksiyon kapmış.

30.07.2007
Sabah dokuz buçuk civarı çoğunluk kahvaltıda buluşuyoruz. Dün gece geç saatlere kadar hastanede olan Celal, İlke ve Oğuz daha sonra katılıyor bize. Oğuz iyi gözüküyor. Kahvaltıdan sonra herkes dağılıyor, kimi edebiyat evinde kitap okuyor, kimi odalarda uyukluyor, kimi de temizlik yapıyor. Çalışmaya kadar oldukça bol vaktimiz var, ben de bu vakti Mantık Al Tayr’ı okuyarak değerlendirmeye çalışıyorum. Mantık Al Tayr, klasik Fars edebiyatının en önemli şairlerinden Feridüddin Attar’ın bir kitabı. Uzun bir başlangıç bölümünden sonra kuşların kendilerine padişah aramalarının hikâyesi anlatılıyor. Başlangıç bölümünü henüz bitirebilmiş değilim, bir kaç sayfa atlayarak kuşların hikâyesine geçiyorum.
Güneşte yumuşamak üzere sahneye serdiğimiz muşambalar bir süre sonra şekle girmiş fakat sahneye yerleştirmemiz çok kolay olmuyor. Adeta bulmaca çözer gibi tek tek deniyor ve sonunda en uygun şekli sabitleyerek çalışmaya başlıyoruz. Denge hareketlerine devam ediyoruz. Bir süre sonra Celal sahneye tek bir kişi çıkartarak, yaptığı hareketlerden birini tekrar etmesini istiyor. Daha sonra sahnedeki kişiye diğerleri de yavaş yavaş ekleniyor. Celal, tüm çalışma boyunca sadece kendi hareketimize odaklanmadan diğerlerinin de farkında olmaya çalışmamız gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor. İlerleyen saatlerde Celal herkesten bir sayı söylemesini istiyor. Dokuz diyorum hemen. Mantık Al Tayr’daki kuşların hüthütten özür dileyip, itiraz ettikleri bölümleri böylece paylaşıyoruz. Savaş bülbül, Suzan dudu, Erdem tavus kuşu, Kerem Kaz, İlke keklik, Ayşe hüma, Nesrin doğan, Senem alaüveyik, Merve kuyruksalan ben de puhu kuşu oluyorum.

31.07.2007
Bugün nihayet sunumlara başlıyoruz, ilk sunumu “Antik Yunan Tragedyalarında Ölçülülük ve Uyum” konulu tez çalışmasıyla Oğuz yapıyor. Oğuz tezinde antik yunan tragedyalarında kahramanların neden aşırılığa kaçtığı ve bu aşırılığın neden cezalandırılması gerektiği soruları üzerine yoğunlaşmış. Önce hübris (aşırılık) ve sophrosune (aklıselimlik) kavramlarını açıklıyor sonra da khaos, gaia ve uranos mitleriyle evrenin kökenini, Miken uygarlığının çöküşünü, intikam tanrıçaları erinileri ve daha birçok şeyi uzun uzun anlatıyor. Oğuz’un başarılı hikâye anlatıcılığı sayesinde öğlen sıcağının etkisine girmeden hararetli tartışmalar yapabiliyoruz. Akşam saatlerinde sahnede buluşuyoruz. Kuşlar Meclisi’ni çalışıyoruz. Celal, fantastik bir yaratık düşleyerek sahneyi kurgulamamızı istiyor. Bir süre kendi başına çalışan kuşlar teker teker meclise çıkıyor. Ben yine nefesimi kontrol edemiyorum. İlke yaptığım bestenin nefes kontrolüne izin vermediğini söylüyor. “Nasıl beste yapıyorsunuz?” diye soruyor Celal. Metinlerdeki nakarat değeri olabilecek yerleri seçmemizi ve bir matematiğe oturtarak çeşitlemeler yapmamızı öneriyor.

01.08.2007
Bugün Suzan Samuel Beckett üzerine bir aktarım yapıyor. Beckett’le beraber insanın en temel trajedilerini ortaya koyması açısından Shakeaspeare ve Sofokles’e de değiniyoruz. Suzan “Godot’yu Beklerken” oyunu üzerinden Beckett tiyatrosunun genel özelliklerini anlatıyor. Celal dünkü çalışmada hepimizden bilmediğimiz bir dilde bir şarkı bulmamızı istemişti. Bu yüzden kahvaltıdan sonra çalışmaya kadar hummalı bir şarkı arayışı içindeyiz. Benim niyetim Aynur’un söylediği bir şarkıyı çalışmaktı ama bilinmedik bir şarkı olmasında ısrar edilince şimdilik bu şarkıdan vazgeçmek durumundayım. Yeni bir şarkı bulmak için de ne ipod’um ne de mp3 playerim var. Neyse ki Ayşe Lübnanlı şarkıcı Feyruz’un bir şarkısını beraber çalışabileceğimiz söylüyor ve bir kulaklığını benimle paylaşıyor. Senem ve Suzan da ikili bir grup olup Farsça bir şarkı çalışıyorlar. Bütün çalışma boyunca amfi tiyatronun çeşitli köşelerinde şarkılarımızı çözümlemeye ve ezberlemeye uğraşıyoruz. Bizim şarkı Arapça ve çok fazla ölçüsüz ritimleri olan bir şarkı. Şarkıyı İlke’ye dinletiyoruz. İlke sesimizi burun tınlatıcından kullanmamızın daha doğru olacağını söylüyor. Müslüm Gürses’i taklit ederek Feyruz’un sesine yakın bir ton tutturmaya çalışıyoruz. Ara ara doğru tınlatıcıyı buluyoruz ama çoğu zaman sesimiz kontrol edemiyoruz.

02.08.2007
Bir gün aradan sonra Kerem’in trajedi sunumuyla tragedyalara tekrar geri dönüyoruz. Antik Yunan evreni ve kavramlarına artık biraz daha aşinayız. Bu akşam çalışmaya başlamadan önce akademide yaşadığımız bazı sorunlara dair Latife Tekin ve Ahmet Filmer’le kısa bir toplantı yapıyoruz. Olumlu geçen bu toplantının ardından çalışmaya geçiyor ve Erdem’in bizden bulmamızı istediği basit bir hareketi tekrarlıyoruz. Uzun süre herkes kendi yaptığı hareketi korumaya çalışıyor, sonra hareketin ritmini değiştirip, simetriğini yapıyoruz. Daha sonra aynı hareketi tek bir organımızla yapmaya çalışıyoruz. Çalışmanın hareket doğaçladığımız bölümlerinde kendimize temel bir hareket seçerek ilerlemek konsantre olmamızı kolaylaştırıyor. Ses çalışmasında da böyle bir yöntem kullanarak kontrolü sağlamalıyız. Yere yatarak yaptığımız ses çalışmasında pes sesler çıkartmaya ve yeri titretmeye çalışıyoruz. Gırtlağımızı zorlamadan karın kaslarımızı kullanmalı ve kontrolü sağlamalıyız. Gece geç saatlerde yerde yıldızları izleyerek uzun süre ses çalışması yapabiliyoruz ama bu saatlerde gecenin çiği üzerimize düşüyor. Ansızın Suzan’ın karnına bir sancı giriyor. İlke’nin beli de bir süredir ağrıyor. Bu gecelerin soğuğu bizi mahvediyor.

03.08.2007
Bugün sunum sırası bende, Pina Baush ve dans tiyatrosu hakkında Mimesis 9’da yer alan makalelerden bir aktarım yapıyorum. Şarkılarımızı ve kuşları çalışmaya devam ediyoruz. Erdem ve Esma’nın sahnelerini detaylı olarak çalışıyoruz. Celal her ikisine de seyirciyle aralarına mesafe koymadan açık bir ilişki kurmalarını söylüyor. Böyle bir ilişki biçimini İlke’nin çalışmasının sonrasında da konuşmuştuk. İlke metnini sergilerken bazı yerlerde sufle almak için duruyordu ama bu durma anları sahnenin bütününden farklı olmuyordu. Hatta çoğu zaman sahneyi kestiğini bile anlamıyorduk. Erdem’in sahnesi sadeleşince böyle bir rahatlıkla oynadığı anlar daha çok ortaya çıkıyor.

04.08.2007
Bugün göleti temizleme günü, saat dokuzda kalkıp, hızlıca kahvaltı edip uygun kıyafetlerimizi giyerek gölete gidiyoruz. Oğuz, Kerem ve Celal göletin içindeki yosunlara, solucanlara ve garip yaratıklara aldırış etmeden girmiş bile suya. Ben de Latife Tekin’den aldığım makaslarla sazlıkta kurumuş otları kesiyorum. Nesrin de katılıyor bu ot kesme işine. Merve bir koşu şapkalarımızı getiriyor güneş çarpmasın diye. Yavaş yavaş alışıyoruz gölün pisliğine. Paçalarımız sıvayıp bir süzgeç, bir kova, bir kürek, artık ne bulduysak alıp elimize girişiyoruz işe. Senem terliklerini bile çıkarmış neredeyse yüzecek balıklama. Ahmet Filmer ise çoktan girmiş boğazına kadar suya. Suyun içinden yosun parçalarını toplayıp bize veriyor biz de kovalara doldurup atıyoruz. Yavaş yavaş gölün yosundan halısını çekiveriyoruz altından. Gölün rengi açılıyor ve içerisinde yüzen balıklar ortaya çıkıyor. Kampın ilk haftasını tamamlamak üzereyiz, ikinci hafta katılımcıları Murat ve Mahmut geliyor. Merve de akşam İstanbul’a dönecek. Bir grup denize gidiyor, akşam saatlerinde çalışmaya başlıyoruz. Yarım daire halinde yere oturup, şarkı söylüyoruz. Harfleri tekdüze sıralamak yerine Türkçe’de olmadığı gibi kullanmaya çalışmalıyız. Bir haftadır akademide olmamıza rağmen ilk günden beri bahsi geçen Gümüşlük Akademisi oryantasyon programını yapamamıştık. Kısmet bugüneymiş. Latife Tekin ve kampın diğer sakinlerinin de katıldığı bu sunumda Ahmet Filmer akademide yaşayan canlılarla ilgili birçok bilgi veriyor. Böcekler, mantarlar, kuşlar ve çeşit çeşit canlıların resimlerini görmek bizi çok heyecanlandırıyor. Neredeyse her resimle ilgili bir yorum, bir espri yapılıyor. İlke mantarlarla ilgili kısmı çok seviyor. Bonzailer ve meşe ağaçlarıyla ilgili daha detaylı bilgi edinebiliyoruz. Bonzai tepsi içinde ağaç anlamına geliyormuş. Küçücük toprak parçasında bir ağaç yetiştirebilmek tam bir sabır işi. Ahmet Filmer’in uzmanlık alanlarından bir diğeri de meşe ağaçları. Meşe ağaçlarıyla ilgili bitmeyen bir kitabı varmış. Meşe palamutu ve mazısının hikâyelerini dinleyince, çevremizdeki meşe ağaçlarına daha farklı gözle bakıyoruz.

05.08.2007
Murat ve Mahmut’un katılımıyla kampın ikinci haftasına geçiyoruz. Savaş son günlerdeki hummalı çalışmasını tamamlıyor ve Asya Tiyatrosuyla ilgili güzel bir sunum yapıyor. İlke youtube’dan bulduğu videolarla katkıda bulunuyor. Öğleden sonra yemeğe kadar pinpon oynuyorum. Güçlü rakiplerimiz Erdem ve Murat’la çok karşılaşmadan kendi dengim rakiplerle oynamaya çalışıyorum. Her zamanki gibi yemek faslı sonrasında çalışmaya başlıyoruz. Bedenimizi ve sesimizi açtıktan sonra Murat – Nesrin ikilisinin çalıştığı Urduca şarkıyı sonra da Esma’nın ilahisini tahtaya yazarak çalışıyoruz. Celal kuşlar meclisini amfi tiyatronun merdivenlerinde oynayalım diyor ve basamaklara geçerek sahnelerimizi gözden geçiriyoruz. Puhu kuşunun hareketlerini oturtmaya çalışıyorum.

06.08.2007
Sunumlar devam ediyor ve Peter Brook aktarımıyla Erdem sahne alıyor. Erdem ünlü yönetmenin Afrika gezilerinden örnekler verirken Mine de eksiklikleri tamamlıyor. Bugün oldukça uzun bir beden çalışması yapıyoruz. Savaş tef çalarak bize ritim veriyor, ritmin bizi yönlendirmesi ortaklık hissini arttırıyor. Çalışmanın bazı anlarında bir kaç kişiyle (sanırım birisi Esma idi) benzer hareketleri yaptığımı farkediyorum. Yerlerde yuvarlanıyor ve iyice terliyorum. Çalışmaya hiç ara vermeden Esma’nın ilahisini söylüyoruz. Ses çalışmasında da uzun uzun dem tutuyoruz. Dem tutarken kaos oluşmaması için diğerlerinin sesini dinlemeye özen gösteriyoruz. Kuşları amfitiyatronun basamaklarında çalışmaya devam ediyoruz. Daha önce yaptığımız el doğacıyla başlıyor, sırayla bütün kuşların sahnelerini akış alıyoruz. Kuşların çoğunun neden itiraz ettiği çok anlaşılmıyor. Şarkı ve hareket kullanımı metinle ilişkilendirilmediğinde sahnede bir karmaşa oluyor. Erdem, Kerem ve Mahmut’un çalışmalarında böyle bir sorun göreceli olarak daha az var. İtirazların anlaşılması için metinleri yeniden ele almakta fayda var. İkinci aşama olarak da bütün kuşlar, kuşlar meclisinin içinde, bütününde yeniden çalışılmalı. Diğer kuşların kullandığı hareketler, ritimler tekrar edilebilir.

07.08.2007
Mantık Al Tayr’ı hep beraber okuyup anlamaya çalışıyoruz. Başlangıç, önsöz ve kuşların itiraz ettiği bölümleri bitiriyoruz. Bugün erkenden amfi tiyatroya gidip metnimi yeniden düzenliyorum. Sağ elimle sol yumruğuma vurarak ritim tutuyor, metni bu ritme uygun söylemeye çalışıyorum. “puaa” dediğim bölümleri atıyor yerine yeni bir beste yapıyorum. Bugün çalışmada Celal uçmak gibi yapamayacağımız riskli bir hareket seçerek çalışmamızı istiyor: Uçmak ve konmak. Biyomekanik çalışmaları öncesinde deenediğimiz bir şeydi bu. Uçma hareketi zıplamadan önce başlıyor ve yere yumuşak bir düşüşle sonlanıyor. Herkes farklı atlayışlar deniyor. Ben vücudumu yatay bir eksende yana doğru eğerek başlıyor, ileriye doğru atladıktan sonra yine kalçamın üzerinde yan durarak kalkmaya çalışıyorum. Eğlenceli bir atlayış oluyor. Bir süre uçup yere konduktan sonra Kerem bizi ritim çalıştırıyor. Önce basit bir ritim bularak dem tutuyoruz. Kerem bu demin üzerine sololar ekliyor.

08.09.2007
Mantık Al Tayr’ı beraber okumaya devam ediyoruz. Kitaptaki hikâyeleri atlayarak okuyor ve tamamlıyoruz. Kuşların hikâyesi böyle bir okumayla daha anlaşılır oluyor. Bugünkü çalışma kendiliğinden başlıyor. Herkes bir yerlerde kuşlarını çalışırken, yavaş yavaş sahnede toplanmaya başlıyoruz. Nesrin ve Kerem gözlerini kapamış tek ayak üzerinde dengede durmaya çalışıyorlar. Ben de gözümü kapatıp atlıyorum sahneye. Uzun süre gözlerimi açmayarak yönümü bulmaya çalışıyorum. Herkes sahneye geldiğinde çalışma Celal’in “haydi başlıyoruz” demesine gerek kalmadan başlamış oluyor. Dünkü çalışmada yaptığımız hareketlere benzer uçma denemeleri yapıyoruz. Sonra yerde yatarak Erdem’in liderliğinde sesimizi açmaya çalışıyoruz. Ancak uzun süre pes sesler çıkarmaya çalışıyor ve sesimizi çok fazla açamıyoruz. Birisinin liderliğinde çalışmak kontrolü sağlamak ve kaosu önlemek açısından iyi oluyor. Ancak ara sıra bireysel keşiflerin yapılabileceği sololar da atılmalı. Kuşları çalıştırıp birleştirmeyi deniyoruz. Kendi sahnemizden öncesi ve sonrası için bir geçiş hareketi bulmamızı istiyor Celal. Bir sahneden diğer sahneye geçerken bir kuş geriye çekilip yerini diğeri alacak. Diğer kuşlar da herhangi bir mask takınmaksızın geçişe eşlik edecek.

09.09.2007
Mahmut Polonyalı tiyatro topluluğu Gardzienice ile ilgili okuduğu bir makaleyi anlatıyor. Gardzienice köyünde bir çiftlikte çalışan ekip fiziksel aksiyonlarının tümünü bir müzikal temele oturtuyor. “Etnik oratoryo” diye adlandırılan çalışmalarda oyuncuların bedenleriyle farklı kültürlerin ritimlerine tepki vermelerine yoğunlaşılıyor. Oyuncuların hepsi bir ya da daha fazla enstrüman çalabiliyor. Kahve, çay, yemek, pinpon, dinlenme, okuma vs. derken akşama doğru buluşuyoruz sahnede. Bugün yere çömelme ve yükselme çalışıyoruz. Yerçekimine karşı zıt kuvvetler uygulayarak dengede duruyoruz. Bu duruşlar üzerinden doğaçlamalar yapıyoruz. Yere yakın duruşlar kullanarak çalışmamız ilginç bir atmosfer yaratıyor. Yerde ellerimi kullanarak sırtımı çeşitli duruşlara zorluyor ve sonunda el bileklerim biraz incitiyorum. Yarın Vaiz’i oynayacağımız için bugün Kuşlar’ı çok az çalışıp erkenden oyun provasına geçiyoruz. İlke’nin beli ağrımaya devam ettiği için, sahne kenarında oturarak bize eşlik ediyor.

10.08.2007
Sunumların sonuna geldik. Murat, Theodar Gaster’in “Yakındoğuda Ritüel Mit ve Drama: Thespis” adlı kitabın bazı bölümlerini bizlerle paylaşıyor. İlke’nin geçmez bilmez bel ağrıları bizi korkutuyor. Celal ve Erdem onu doktora götürüyor. Neyse ki bel fıtığı değilmiş. Bugün çalışmaya başlamadan önce bir grup Erdem’in şarkısını çalışıyoruz, ekip giderek kalabalıklaşmaya başlıyor sonra Kerem’in şarkısını da alıyoruz repertuarımıza. Bu sırada Celal, Ayşe’yle çalışıyor. Senem günlüğünü yazıyor. Saatler ilerliyor ve ısınıp sesimizi açtıktan sonra Vaiz provasına geçiyoruz. Oyuna az bir zaman kala Celal sahneyi merdivenlere taşıyor. Bütün akışı amfitiyatronun merdivenlerinde oynama düşüncesi önce bizi endişelendiriyor. Kısa bir süre mizansenlerimize bakıp, akışı çalışmaya başlıyoruz. Seyirciler için sahneye sandalyeler yerleştiriliyor, ışıkların yerleri ayarlanıyor ve oyuna başlıyoruz. Bugün bizim için olduğu kadar seyirciler için de oldukça ilginç bir an yaşanıyor. İlk defa tiyatroda bis yapıyoruz. Çekim için geç gelen haber muhabirlerinin ve Latife Hanım’ın isteği üzerine son sahneyi tekrar oynuyoruz. Bizim için de yeni bir fırsat oluyor bu; oyunda oldukça detone olduğumuz bu sahnede ikinci kez detone olmuyoruz. Oyun sonrası seyircilerle sohbet edip, çay içiyoruz. Bu sırada grubun röportaj işlerinden sorumlu kişisi Kerem oyunla ilgili bilgiler veriyor haber ekibine. Hayli ilginç bir konuşma geçiyor aralarında. Haber muhabiri soruyor: “Efendim, oyun metnini nereden aldınız?”. Kerem cevaplıyor: “Eski Ahit”; muhabir sormaya devam ediyor: “ne kadar eski?”, Kerem bir şey diyemiyor, gülmemek için zor tutuyor kendini ne yapsın. Erdem’in ailesiyle fotoğraflar çektiriyoruz. Gecenin ilerleyen saatleriyle beraber Latife Tekin’le sohbetimiz de derinleşiyor, üzerimize düşen çiği farketmiyoruz bile.

11.08.2007
Maalesef bu kampın da sonuna geldik. Bu son günümüzde hep beraber denize gidiyoruz. Ancak ekip oldukça kalabalık olduğu için Senem’in arabasıyla iki tur yapıldığında bile arabalara sığamıyoruz. Sona kalan Savaş ve ben sahile yaya olarak gideceğiz. Spor ayakkabılarımızı giyip, şapkalarımızı takıp düşüyoruz yollara. Savaş eline bir sopa alıp, patikaya dalıyor ben de hemen arkasından onu izliyorum. Sahile vardiğımızda ekibin kumsala yayılmakla kalmayıp, çaylarını yudumlamaya başladığını görüyoruz. Bu an Erdem’in grup bütçesinden çay ısmarladığı ender anlardan biri olarak tarihe geçiyor. Deniz dönüşü kamp değerlendirme toplantısını yapmak üzere buluşuyoruz. Bu kamp İznik kampına oranla işlerin daha kolay yola girdiği bir kamp oldu diyebiliriz. Bundan sonra “Kuşlar Meclisi”ni çalışıp çalışmayacağımız konusunda bir karar vermemiz gerekiyor. Kuşların hikâyesi bizi bir yerlere götürüyor ama bazı ek okumalara ihtiyaç duyuyoruz. Mesnevi okumak zor gözüküyor ama kaçacak durumda değiliz. Bir süredir metinle farklı bir ilişki kuruyoruz, tiyatro için yazılmayan metinleri tercih ediyoruz. Celal ne olursa olsun müziğin peşine düşmemiz gerektiğini söylüyor ve herkesten üflemeli bir çalgı çalmasını istiyor. Kerem de müzikal bilgimizi arttırmak için bazı seminerler dizisi yapmamızı öneriyor. Bu öneri herkes tarafından tutulunca araştırma konularını paylaşarak toplantıyı bitiriyoruz. İstanbul’daki çalışmalar 20 Eylül’de başlayacak. Toplantının ardından toparlanmaya başlıyoruz. Gece mutfakta yemek yerken Ahmet Filmer katılıyor aramıza ve geç saatlere kadar sohbet ediyoruz.

12.08.2007
Sabah erkenden kalkıp kısa bir kahvaltı yapıp, toparlanmaya devam ediyoruz. Odaların temizliği, eşyaların toplanmasını bitirdikten sonra akademiyle vedalaşıyor, dönüş yoluna çıkıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder