6 Nisan 2010 Salı

“ÇAĞRILMAYAN YAKUP” Çalışması Notları

Bilgi Sahnesi tarafından 2008 yazında çalışılan ve ekim ayında sahnelenen
Edip Cansever’in “Çağrılmayan Yakup” adlı şiirinin çalışma süreci üzerine…
Derleyen: BARAN ŞAŞOĞLU

Baran’ın ilk sözü:
24 Ekim 2008.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü BS2.
Tanışma toplantısı.
Sahnedeyiz.
“Çağrılmayan Yakup”u gösteriyoruz.

Canberk’in dedikleri:
2008 yazı İstanbul’da olamadığım için ya da olmadığım için şiir projesine dâhil olmamıştım. Henüz “Küskün Âşıklar” çalışmaları ve gösterimleri devam ederken, Baran rejisini kendisinin yapacağı Ahmet Telli’nin “Dövüşen Anlatsın” adlı şiirinden bir sahneleme yapmak istediğini ve okullar kapandıktan sonra başlamak istediğini söyledi. Şiiri okumuştum ve beğenmiştim. Baran’ın da etkilendiği ve sahneleme istediği uyandıran nokta ise şiirde birinci çoğul ağzından anlatılan mücadelenin ve sonuçlarının olmasıydı. Ben çalışmaların aşamalarını takip etmedim; ancak ortaya seyirlik bir şey çıkarmaktan çok, şiir üzerine çalışmak ve farklı bir şey deneyimlemek amacı ile yola çıkıldığını öğrendim. Farklı bir deneyim olduğu çok açıktı ve bana biraz zorlayıcı gözükmüştü.

Baran’ın dedikleri:
Yaz çalışması olarak şiir projesini koyduk ortaya. İki nedenden dolayı heyecanlıydım. Birincisi, bu projede rejilik yapacaktım. İlk defa gerçek anlamda. İkinci neden ise bunun bir şiir projesi olmasıydı. Şiiri sahnede görselleştirmek fikri iki üç senedir kafamdaydı ve sonunda gerçekleştirebilmek için bir fırsat vardı önümüzde.

Baran’ın toplantı notu:
03.07.08
Celal’in de olduğu bir toplantı yapıyoruz sahne çalışmalarından önce. Ahmet Telli’yi inceliyor. Çok şairane diyor. Edip Cansever’i öneriyor. Biraz bozuluyorum; çünkü şairane şairliği eleştirirken kendi şiirlerime de laf gidiyor. Celal lafı oraya götürmüyor. Ben alıp çekiyorum.
Sonuçta Edip Cansever’de karar kılıyoruz. Önce “Bezik Oynayan Kadınlar” şiirini okuyacağız.

Süreyya’nın toplantı notu:
04.07.2008
Celal’le toplanmamızın ertesi günü kendi aramızda yeniden toplanıyoruz. Celal’in önerisiyle şair seçimimizi gözden geçiriyoruz. Bu yüzden Edip Cansever’den Bezik Oynayan Kadınlar’ı okuyoruz, önce Doğa sonra ben. Bu şiiri ileride sahnede de deneyip vazgeçeceğiz, o an ısınıyoruz. Can şiir okuma yöntemini tartışmayı öneriyor, şiirin anlaşılıp anlaşılmaması üzerinden giden bir konuşma sonunda. Ruken ise şiiri algılamanın biraz da kişisel olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Kadın olarak, kadının dilinden anlatılan şiiri farklı anlamam, algılamam normal.” Ben ise yöntem belirlemek için önce şairi tanımamız gerektiğini söylemişim. (niye böyle dediysem?) Baran ise gözden kaçan önemli bir noktaya değinmiş: “Herkesin önünde kitap olsa daha rahat ederiz.” Şimdi bana pek de anlamlı gelmeyen yöntem tartışmasına yönelik en açıcı öneri bu olmuş galiba.

Baran’ın çalışma notları:
06.07.08
İlk sahne çalışması.
Hareket çalışmasında herkesin kendine ait hareketler zinciri olabilir. Ama çalışmada buna sığınmak, sınırı aşmak konusunda yardımcı olmuyor. O hareketlerle başlanabilir; ama o hareketlere sıkışıp kalmak yaratıcılığı engelliyor.

08.07.08
“Bezik Oynayan Kadınlar”dan dağıtılan bölümleri herkes tek tek okudu. Yüksek sesle okumanın okuyan için faydası çok. Bazı kelimelere vurgu yaparak, ses değişkenlerini farklılaştırarak, metne farklı anlamlar vererek okundu.
Doğaçlama çalışması için belli bir süre verildi. Kısıt iki hareket ve iki ses değişkeninden yola çıkılacak olmasıydı. Amacım makamlarla ile metni çizip sonra onları organikleştirmek.
Süreyya’yı gösterimlerden sonra sahneye çıkarttım ve yaptığı hareketin tekrar edilebilirliğini değiştirdim . Olmadı. İstediğim gibi olmadı. Ne yapacağımı bilemedim.

Ruken’in eklentisi:
09.07.08
Yönlendirme ve yönlendiren oyuncunun diğer oyuncuları kontrol edebilmesi ve aynı zamanda kendisinin de çalışmasının içinde olabilmesi sorunu üzerine konuştuk. Bunun üzerine herkesin bir çalışma yönlendirmesine karar verdik.
Değişkenlere ilişkin ortak dilimizin ve anlayışımızın kaybolduğunu fark ettik uzun tartışma ve konuşmalardan sonra. Bunun üzerine gittik ve ortaklığı yakalayabildik belli bir oranda. Ama en iyi ortak dili ve anlayışı çalışırken sahne üzerinde oluşturabileceğimizi de gözden kaçırmamak gerek.

Süreyya’nın eklentisi:
11.07.2008
Hareket çalışması yapıyoruz. Ardından değişkenler ve uzamı algılamak üzerine bir çalışma yapıyoruz. Baran’ın bize verdiği uzam değişkenleri düzenli olarak birbiriyle kesişiyor. Bu arada da değişkenlerimizle oynuyor Baran.
Doğa sahnede: Uzamı üçgen, merkez ise eller. Daha önce hazırladığı doğacını üçgen uzamına uyduruyor. Son çalışmada hazır olmayan şiirin son kısmını da az önceki uzam çalışmasında doğaçladığı haliyle kullanıyor.
Baran, eliyle anlatma hareketini değiştirmesini istiyor. Ve doğacın bazı bölümleri için farklı değişkenler veriyor: ses şiddeti 1, hareket büyüklüğü 1, tempo 5, dışa dönüklük 3.
“Özgürlüğüm beni tutsak düşürdü” bölümünde dışa dönüklük iç’ten normale aşamalı olarak dönecek.

Baran’ın çalışma notlarının devamı:
13.07.08
Gruptaki “samimiyet”ten bahsettik. Samimiyetin, sene boyunca gruptaki her bireyin başka birey(ler)den rahatsız olduğu noktalarda susması, “aman arkadaşlığımız/güzel grup oluşumuz bozulmasın” nedeni ile susması anlamına gelmediği, aksine bunların grup içerisinde ne kadar konuşulduğu ile ilgili olduğunda ortaklaştık. Herkes tek tek özeleştiri ve diğerlerine yönelik eleştiri yaptı. Bu konuşma/tartışma/eleştiri durumu gruptaki bireyleri birbirlerine karşı daha açık/daha güven içinde olmalarına yöneltti diyebilirim.

14.07.08
Doğa, Ruken ve Süreyya ile üçünün bölümlerine ayrı ayrı ve bölümleri birleştirerek çalıştık. Yönlendirdim. Her geçişi ben belirledim. Bu çalışma sonrası Süreyya kendilerinden bir şeyler katmadıkları için çok içine giremediğini söyledi. “Yol gösterici” dedim.

18.07.08
Doğaçlamaların gösterimine geçtiğimizde sahnede yapılanları gördükçe anlaşabildiğimizi, aynı dilden konuşmaya başladığımızı gördüm. Tabi ki daha başıydı ve kat edecek çok yol var. Ama “ortak dil” yakalamanın mutluluğu içindeyim.

Ruken’in çalışma notları:
21.07.08
Adem kendi bölümünü hazırladığı gibi gösterirken Can sahneye çıktı ve Adem’in 2 nokta olan uzamını kesecek şekilde yürüdü, koştu, hareket etti. Baran daha çok risk almalarını tavsiye etti. Daha sonra Süreyya, Doğa ve ben de katıldık Adem’in bölümüne. Baran’ın yönlendirmeleriyle daha çok risk almaya ve ortak nefes alma eklemeleri yapmaya çalıştık. Bu yönlendirmeler direkt ne yapacağımız ya da yapmamız gerektiği üzerine değil daha çok teşvik ve yardım ediciydi; ama yeterli karşılığı verebildiğimizi, yani karşılıklı diyalogumuzun sonucunun başarılı olduğunu düşünmüyorum.

29.07.08
Değişkenler üzerine daha sıkı çalışmaya başladık. Uzam çalışması bunun en önemlisiydi bence. Uzam artık bize daha çok şey anlatıyor, sahneyi kullanmak artık daha rahat ve daha çeşitli olacak gibi; çünkü sahnenin ve mekânın farkına vardık.
Bu sefer Can’ın bölümü üzerine çalıştık. Uzam çalışmasındaki uzamlarımıza göre yürümeye başladık. Can’a nefes ve zıplamalarla eşlik ettik. Baran’ın yönlendirmeleri Can’a pek destek olmuyordu, kendinden bir şeyler katmıyordu. Daha sonra Süreyya Baran ile beraber Can’ı yeni bir şeyler bulabilmesi ve içimize sinmeyen yerleri değiştirebilmesi için yönlendirmeye başladı. Yönlendirmeler artık neyin yapılması gerektiğini doğrudan söylemeye bırakmıştı yerini. Ufak tefek problemler aşılarak, içimize sinmeyen yerler üzerinde uzun uzun durarak çalışmıştık. Elimizde harika şeyler yoktu; ama en azından şiiri sahneleme çabasına artık tamamen başlamıştık.

Süreyya’nın çalışma notu:
07.08.2008
Eray Canberk’in “A’dan Z’ye Edip Cansever” isimli kitabı elimize geçti. “İkinci Yeni” ve “Mısra İşlevini Yitirdi” kısımlarını okuyoruz, tartışıyoruz. Can, aynı kitaptan “Alışkanlık” bölümünü okuyor.
“Mısra İşlevini Yitirdi” kısmını tartışmamız üzerine Edip Cansever’in “Tek Sesli Şiirden Çok Sesli Şiire” adlı yazısını okuduk (Dönem,1964).

Can’ın çalışma notu:
1 Ağustos 2008'deki çalışmamızda Celal mahsulatımızı değerlendirirken aldığım notlar şöyle:
— Hareket ve sesin bir araya getirilişi, formül olarak kendini belli ediyor. Bir düz matematik vardır, bir de yüksek matematik. Düz matematikten çıkmak için küsuratları ve belirsizlikleri de katmalısınız. Aksi takdirde otomasyon olur, ruh kaybolur. Hareketler ve jestler konuşmayla tam denk gelmemeli. Beklenmediklik ve tekrarlar katın. Koreografi tekrar ister. Bir şey söylersin, tekrar söylediğinde o bir dile dönüşür.
— Sesler dışsal duruyor, söz ve ses uyuşmamış, bu çalışmada sesle ilgili araştırma yapın. Bir ritim çalışması gerekiyor.
— İzleyici süreyi hisseder. Süre yaşamsallıkla ilgilidir. Süre ve zaman aynı şeyler değildir.
— Bir problemi çözmek için formülü bulduğunu hissettiğinde ortaya yeni problem koy; bunun adı derinleştirmek. Sanat, insanın kendi kendine meydan okuyucu engeller koyup onları aşması olsa gerek.
— Birkaç yerde doğru ritmi yakalamışsınız. Bir iç konuşma ritmi var. Anlamı tamamen bir kenara bırakıp ritimle çalışmalı. Kelime kendini tanıtır.
— Seste de metni unutarak çalışmalı, melodiler olmalı.
— Eski Ahit'in eski çevirisine göz atın, şiirseldir. II. Yeniler, Eski Ahit'ten etkilendiklerini söylemişlerdir.
— Bu çalışmayı, şarkı, monolog, melodi, tempo araştırması olarak düşünün.
— Hareketleri minimalize edin.
— Devinim, ses ve sözü ayırın. Üçü birbirinden bağımsız; ama bazen kesişen kanallar halinde olmalı.
— Herkes farklı bir şeyler yaparsa daha inandırıcı bir ortaklık olur.
— Rüya ve sanat eseri arasındaki fark matematiğinin olmasıdır.



Süreyya’nın çalışma notu:
26.09.2008
Kamp sonrası ilk çalışmamız. Kadro değişiyor; Doğa ve Adem projeden ayrılırken Duygu ve Canberk çalışmalara dâhil oluyor. Dolayısıyla onlara aktarım yapıyoruz. Bu bir anlamda Celal ve Erdem’in uyarılarının tekrarı oluyor. Özellikle “Yüksek Matematik”le organikliği, insaniliği yakalayabileceğimizi vurguluyoruz.
Ardından Çağrılmayan Yakup’u tekrar okuyoruz. Şiirin ne anlattığına, yani derdine ilişkin tartışma tahminimden çok daha kısa sürüyor. Canberk ve Duygu’yla aynı dili konuşmaya başladık bile. Çalışmayı ben yönlendiriyorum (sanırım Baran yakın bir tarihte İngiltere’ye gideceği içindi). Nasıl bir doğaç istediğimi anlatıyorum: tekrarları olan, mümkün olduğunca sade ve döngüsel.
Isınmak için Can, Ruken, Canberk, Duygu sahneye çıkıyor. Kamp ve şiir çalışması arasında bir çalışma olduğundan alternatif yaratan bir çalışma olmasını istemişim. Hareket çalışması sürerken ısrarla “Her şey serbest!” diye vurguluyorum. Ancak uzamı bile değiştirmiyorlar. Can ve Canberk’in birtakım girişimleri oluyor ama cevapsız kalıyor. Bir süre sonra sıra dışı denemeler çalışmayı bölünce, ben de kesmeye karar veriyorum.

Canberk’in aklında kalanlar:
Benim için yeni bir başlangıçtı bu ve korkuyordum:
Korkumu bir şekilde kendime kabul ettirdim. Belki olması gerektiğine inandırdım. Çünkü motivasyonum için gerekli kabullenmişlik ancak bu şekilde sağlanıyordu. Endişelerim, çalışmalardaki anlamlandırma çabası sayesinde biraz azalmıştı. Bir de eğer yeteri kadar yol alabilirsek tanışma toplantımızda çalışmanın sonucunu gösterecektik. Bu, haliyle biraz geriyordu beni.
Çağrılmayan Yakup çalışmalarına neden katıldığımı tam anlamıyla bilmiyorum. Ya da yanıtını kendime söyleyecek cesaretim yok. Yapmak istediğim şeylerin sadece “yapmış olmak” isteğim yüzünden yapıyor olmaktan korkuyorum. Çabalama aşamasında değerini gittikçe yitiren şeyler, benim için sadece sonlandığında mı değer kazanıyor? Bu yüzden de dâhil olduğum şeylerin değerini azaltıyor olabilirim kendim için, en güzel kısmını tadamıyor olabilirim. Tabi bu en güzel kısmını tatma isteği de ayrı bir sorun.
Anlamını yitiren kelimeler tanıdım:
Çalışırken Erdem bize bazı söz öbeklerini çok tekrarlatarak bir çalışma yaptırmıştı. “Yusuf” ismini o kadar çok tekrar etmiştik ki, söylerken doğru ya da yanlış ayrımı yapamıyordum. Kısa bir şaşkınlıktan sonra tadını çıkarabilmiştim. Harikaydı. Sanki yeni bir kelime katılmıştı dile ve ben onun anlamını bilmiyordum. Anlam yok olmuştu, ifade ettiği şeyler -insan adı olarak- yok olmuştu. Tanıdığım harflerden, tanıdığım seslerden daha önce hiç duymadığım bir kelime oluşmuştu. Belki onun da bir anlamı vardı ve biz bilmiyorduk.

Ruken’in çalışma notları:
10.10.08
Sadece şiirin 1. bölümü üzerine çalışacağız. Daha önce de konuşulduğu gibi ses – hareket ritminin farklı olması gerektiğini ve yaratacağımız tablolarda karşılıklı ilişkinin var olmasının önemini konuştuk.

17.10.08
Ritim üzerine çalışmaya başlamıştık. Ortaya çok kötü şeyler çıkardıktan sonra karışık ama daha sakin bir ritim çıkardık.
Celal geldi. Çalışmalar ve proje üzerine konuştuk. Ve “biz bunları niye yapıyoruz?” sorusunu kaybetmenin verdiği ümitsizlik ve isteksizlik üzerine konuştuk. Bu soruyu kaybetmemek gerek. Cevabı bulmaktan çok, bu soruyu sorabilmek çok daha gerekli bence.

19.10.08
Celal ile beraber nefes kontrolü ve gereksiz kasılmalarımı engellemek için çalıştık. Zorlandım. Doğru nefesi aldığım zaman daha iyi olduğunu fark edebiliyordum. Doğru nefesin karşındakinin seni görebilmesi ve onun seni görmesine izin vermen açısından önemli olduğunu konuştuk.

21.10.08
Celal zorlayıcı bir hareket ile daha iyi olabileceğini söyledi. Önce şınav pozisyonunda çalıştım, gerçekten çok daha farklı oldu. Daha sonra Erdem ile çalıştık ve zorlayıcı bir hareket bulduk. Galiba az da olsa iyi yönde değişmişti. Ama tabi ki yeterli değildi.

Baran’ın Celal’le çalışması:
Celal’in üzerinde en çok durduğu şey, şiirlerin okunuş şekilleriydi. Şiirler, “şairane” değil, şiirin anlamına hizmet edecek şekilde okunmalıydı. Bunun için herkesle tek tek bölümlerini çalıştı. Bazen Celal söyledi, çalışan tekrarladı. Benim sıram geldiğinde ise bunun zor bir şey olduğunu gördüm. Şiirleri şairane yaşamaya alışmışım. Seslendirirken de bu alışkanlık yapıştı. Sonraları kırabildim yavaş yavaş.

Şiiri okumayı hallettiğimi düşündüğüm bir çalışma başında Celal’e şiiri okudum ve ne düşündüğünü sordum. Bana “Enerji eksik” dedi. Dediği şey o anda bana çok soyut bir şeymiş gibi geldi. Sonuçta vücudun enerjisini anlayabiliyordum; ama sesin de mi enerjisi vardı? İlk düşündüğümde sesi vücuttan ayrı düşünmüşüm anlaşılan. Celal yerde şınav pozisyonunda durmamı söyledi. Bir süre öyle durdum. Ne kadar durdum bilmiyorum ama bana çok uzun geldi. Yoruldum. Ama bir yandan da yorgunluğumla mücadele ettim. Celal yeterli gördüğü yerde, şiiri okumaya başlamamı istedi. Ama tonlamalarda, eslerde vs bir değişiklik olmayacak dedi. Ben de okudum. Zaten uzun süredir şınav pozisyonunda durmanın yorgunluğu ve zorluğuna bir de şiir okumak eklendi. Şiiri okumam bitince Celal “Farkı fark ettin mi?” diye sordu. Belki de yorgunluğumdan ve zorlanmamdan dolayı bir şey hissetmemiştim. Hemen bitsin de istememiştim tabi. Hakkını verdiğimi düşünüyordum. Sonra Erdem’le birlikte bunun üstüne çalıştık. İlkin parmaklarımın ucunda, ama kafamın yüksekliği hiç değişmeyecek şekilde ve küçük adımlar atarak yürüdüm. Uzun uzun. Erdem bir yerden sonra önüme geçip beni yönlendirmeye başladı. Biraz daha yürüdüm. Uzun uzun. Erdem “Bölümünü oku” dedi. Yürüyüşü hiç bozmadan şiiri okumaya başladım. Yaklaşık 20–25 dakika hiç dinlenmeden bu şekilde yürüdüm ve şiiri okudum. Kısa bir dinlenmeden sonra yeniden aynı şey. Daha sonra topluca akış alırken Celal’e gösterdim. Celal bu yürüyüş yerine yine beni yoracak başka bir yürüyüş önerdi. Onu denedim. Gösterim de dâhil olmak üzere hiçbir zaman bu yürüyüşü becerebildiğimi düşünmüyorum. Bu yürüyüşü beceremeyince şiiri de istediğim ve olması gereken “şairanelikten” uzak bir şekilde okuyamadım.


Duygu’nun gösterim anlatısı (özet):
İlk bölüm Süreyya’nındı. O şiiri okurken biz de ortak bir duruş (sadece kalçamızın yere değdiği ayaklarımızın ve sırtımızın yere yaklaşık 45 derecelik açı ile durduğu duruş) almıştık ve belirli yerlerde Süreyya’ya katılıyorduk. İlk bölüm bittikten sonra nefes sesiyle karışık bir ritim yapıyorduk, belirli yerlerde yere yatıp tekrar kalkıyorduk. Canberk ayağa kalkıp sahnede koşup duruyor ve bölümündeki sözlerden birkaçını anlamsızca sıralıyordu; biz kısık sesle ritme devam ediyorduk. Canberk koşmayı bitirip şiirini tamamen okumaya başladığında ayağa kalkmaya başlıyorduk. Biz ortak duruşu aldığımızda Canberk’in bölümü bitmiş oluyordu ve Can yerinde koşmaya ve daha sonra söze başlıyordu. Biz de Can’a küçük hareketlerle eşlik ediyorduk. Can’ın bölümü bittiğinde ben o küçük harekete devam ederek yarım dakika sonra yürümeye başlıyordum. Diğerleri benim yürüme ritmimle kendilerine nefes ritmi oluşturuyorlardı. Ben öne doğru gelip şiirin bir iki dizesini söyledikten sonra duruyordum. Bir süre sonra dönüp yana doğru yürürken bir yandan da şiiri söylüyordum. Bir süre sonra durup şiiri söylüyordum ve bu şekilde bitiriyordum. Daha sonra Ruken, önce uzak doğu dövüşçülerini andıran hareketine ve sonra söze başlıyordu. Biz sadece yerimizde duruyorduk, daha sonra nefeslerle ritme başlıyorduk. Herkesin belli bir sırası vardı. Ruken’den sonra Baran söze başladığında biz hareket ve nefesle devam ediyorduk. Baran’ın şiirinin bir yerinde sesi kesiyorduk, bir süre sonra hareketi de bitiriyorduk ve ilk baştaki duruşumuzla bir fotoğraf veriyorduk.

Baran’ın son sözü:
Edip ansever’i tanıdık. Çok düşündüm yeniden şiir üzerine, şiiri anlamak üzerine.
Reji faaliyetinin zor olduğunu gördüm. Oyunculuğun zor olduğunu gördüm. Hareket, ses, nefes, metin; hepsinin ayrı ayrı önemini, ayrı ayrılıklarını ve birleştirme biçiminin (yani kurgunun) değerini anladım.


Bilgi Sahnesi “Yakup Künyesi”
sahne ekibi:
Duygu Akmeşe**
Süreyya Bursa
Adem Demirci*
Ruken Gülağacı
H. Canberk Karaçay**
Doğa Göçük*
Baran Şaşoğlu
C. Can Yusufoğlu
reji ekibi:
Celal Mordeniz
Erdem Şenocak

* Kamptan önceki çalışmalara katıldılar.
** Kamptan sonraki çalışmalara ve sahnelemeye katıldılar.

i. Bilgi Sahnesi’nin 2007–2008 sezonunda sahnelediği Molière oyunu
ii. Makam tekniğindeki hareket ve sesin bağımsız temel özelliklerini belirleyen değişkenler
iii. Makam tekniği olarak sözünü ettiğimiz şey, Celal Mordeniz’in Laban’dan esinlenerek geliştirdiği ses ve hareket çalışması tekniğidir. Müziğin kağıda dökülebilmesi gibi hareketin de kağıda dökülebilirliği fikrinden doğmuştur. Bu biçimde, hareketin birbirinden bağımsız temel özellikleri ve bu özelliklerin dereceleri belirlenir. Oyunculardan bu özellikler çerçevesinde hareket etmesi beklenir.
iv. Hareketin bağımsız temel özelliklerinden birisi olan “tekrar edilebilirlik”. Basit ve karmaşık arasında derecelendirilir.
v. Makam yöntemindeki hareketin bağımsız temel özelliklerinden birisi
vi. Makam yöntemindeki hareketin bağımsız temel özelliklerinden birkaçı
vii. Edip Cansever’in “Bezik Oynayan Kadınlar” şiirinden bir bölüm
viii. “Dışa dönüklük” özelliği iç, normal ve dış olarak derecelendirilir.
ix. Bilgi Sahnesi ve İTÜ Sahnesi’nin birlikte yaptığı Celal Mordeniz ve Erdem Şenocak’ın çalıştırıcı olarak katıldığı 2008 yazında Bodrum, Gümüşlük’te gerçekleştirilen tiyatro kampı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder