6 Nisan 2010 Salı

Gümüşlük Kampı Üzerine(1) - Doğu Can

Oyunculuğun bir takım zırhlardan ibaret hale geldiği, oyuncunun kendi özünden mahrum kaldığı ve oyunculuk temrinlerinin içi boşalmış tekrarlar haline dönüştüğü bir dönemde, birçok atölye çalışması da doğal olarak bu eğilimden besleniyor ve sonuçta bir futbolcu idmanına ya da çoğu kez boş zamanları doldurmak için gidilen “kurslara” dönüşüyor.

Sahnede kendini açığa çıkaramayan, tamamen dışsal ve şekilsel olanla yetinen oyuncu elbette ki içselleştirebileceği çalışmalara ihtiyaç duymayacaktır. Oynadığı oyunda, dizide… daha rahat olmasını sağlayacak bir takım zırhlara ihtiyaç duyacaktır. Bazı atölye çalışmaları tam da bu zırhları oluşturmak için gereken şeyi karşılayabilmek üzere şekillendirilmektedir. Bu tarz atölye temrinleri, Stanislavski’ nin “makinemsi oyuncu” diye tanımladığı oyuncular tarafından bir aksesuara dönüştürülürler ve çoğu kez teşhirci bir biçimde sergilenerek sahnede sahte bir ışıltıya vesile olurlar. Bu tip bir oyunculuğu mekanik bir kolla özdeşleştirebiliriz. Bu kol ilerleyen tekniklerle daha fazla hareket edebilir, daha çeşitli kombinasyonlar üretebilir fakat asla gerçek bir kolun sınırlarına ve organikliğine yaklaşamaz. Son kertede hiçbir şey hissedemez. Kamp ile sıradan bir atölye çalışması arasındaki farkı bu karşıtlıkla açıklayabileceğimi düşünüyorum.

Öncelikle kampta farklı bir kamusal alan yaratma çabası içinde olduğumuzu söyleyebilirim. Bu durum kamptaki tartışma ve eleştiri üslubunun biçimi ile açıklanabilir. Bu üslubun bir sonucu olarak da kamp sürecinde ve sonrasında grup üyeleri, geçmişe yönelik sorun tespitlerinin yanı sıra kişisel bir değişim ve birçok konuda biliniçlenme yaşadı. Bu noktada kamp, bizim için salt teknikten ibaret “mekanik bir kol” değil, yaşayan ve canlı bir organ oldu.

Antik Yunan’daki agorayla yaratılan kamusal alandan, günümüz siyaset anlayışına gelene kadar tartışma anlayışı oldukça farklı bir nitelik kazanmıştır. Günümüzde hakikatin varlığının tartışılması gerçek bir tartışmanın önüne geçmektedir. Gökhan Özgün bir yazısında bu durumu şöyle açıklıyor: “Ülkemizde farklı fikirde olanların tartışması beklenir. Halbuki farklı fikirlerin tartışması tartışma değil münazaradır. Münazara bir tartışma değil, tartışma üslubuyla idrak edilen bir siyasi propaganda yöntemidir. Münazara üçüncü kişileri yani münazarayı izleyenleri varsayar. Ve bu izleyiciler arasından kendisine taraftar çekmeyi amaçlar. Yoksa bir yerden bir yere gitmeyi değil.” (2. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=225654?ref=Guzels.TV ) Bir gerçeği tartışmak çoğu kez onun var olup olmadığı tartışmasının gölgesinde kalmaktadır. Varlık ve yokluk üzerine yapılan bir tartışma da asla gerçeğe tekabül edemeyecektir. Hakikatin varlığını tartışan biri asla kendini açık etmeyecektir.

Bu durum göz önüne alındığında, Bilgi Sahnesi, İtü Sahnesi ve Seyyar Sahne’nin ortak tınılarının oluşu, ortak bir hakikat oluşturma veya varolan hakikat üzerinden tartışabilme hali, kendini açık etme sürecinin önünü açmaktadır. Eleştiri ancak nihayetinde bir eylem başlatıyorsa anlamlıdır. Eleştiren kendisini açık etmeden, kendisini ortaya koymadan eleştiri yapıyorsa bu durum bizi bazı şenliklerde görülen “fuaye etkinliğine” sürükler: Ortada herkesi teğet geçen eleştiriler vardır ve bu eleştiriler ancak çürütülmek suretiyle kabul edilir. Bu tutum biraz da yaşadığımız coğrafyadan ileri gelmektedir. Mahrem duygusu acı bir biçimde düşünceye sıçramıştır. İlkokulu bitiren her çocuğun düşüncesi net ve mahremdir. “Bu da benim fikrim” söylemi adeta bir zırhtır ve oraya müdahale girişimi yatak odasına “dalma” etkisi yaratır. Değişim ya kişiliksizlik, ya etkilenme ya da “beyin yıkama” olarak adlandırılır. “Sen beni değiştiremezsin” zırhı tartışma üslubumuzun tıkanmasına yol açar.

Kampta yakalanan durum ise yukarıda bahsettiğim engeli ortadan kaldırma durumudur. Yakalanan ortak tını da bundan ibarettir. Eleştiri ve tartışma o yüzden değişimin başlatıcısıdır. Eleştiri yıkımı da, yıkıcılığı da tetikleyebilmeli teğet geçmemelidir. Değişim ancak bu sayede mümkün olabilir.
...
Kampın gruba aktarım sürecini ele alırken fiziksel çalışmaların ve tartışmaların aktarımlarını farklı yorumlamak gerekiyor. 2007 ve özellikle 2008 yılında yapılan kampın ardından dilimize pelesenk olan “deneyim aktarımı” söyleminin bir yönteme oturtulması gerektiğini hissetmiştim. Bu bağlamda iki kamp süreci de (2008 yılındaki kampa katılamadım.) farklı tespitler yapmama neden oldu.

2007 Gümüşlük kampında yaptığımız çalışmalar, bir sonraki yıl eğitim çalışmalarının ve prodüksiyonun temelini oluşturmuştu. Hatta Gergedanlar ( İtü Sahnesi’nin 2008 sezonunda sergilediği oyun.) oyununda, kampta yapılan bazı çalışmaların kullanıldığını söyleyebilirim.

Kamp sonrası, kampa katılanlar ve katılmayanlar arasında ortak bir tını oluşturulmasına ihtiyaç duyuluyor. Daha önceki ortak “tını” büyük ölçüde kaybediliyor ve tekrar oluşturulması gerekiyor. Bu bağlamda 2008 Gümüşlük kampı, Gergedanlar oyunu sonrası grup tarafından üretilen eleştirilerin somutlaşmasına vesile olmuştur. Grup, bu eleştirileri tartışmadan ilerleyemez duruma gelmiştir. İşte bu noktada yapılması gereken buradan çıkacak olan enerjinin doğru kullanılmasıdır. Yaptığınız eleştiriler cisimleştiğinde onları yanınızda taşıyamazsınız. Eleştirileri çürütmek ya da eleştirilerden bir yapı kurmak zorundasınızdır. Kamptaki eleştiri üslubunun sene içinde sıklıkla yaptığımız veya bazı şenlik fuayelerinde sıkça karşılaşılan “ arınma “ halinden farkı buradadır. Kendinizi açık edebildiğiniz ölçüde eleştiriler teğet geçmemeye başlar. Eleştirileri sonradan çürütmek üzere kabullenme durumu da ortadan kalkar. Artık huzursuzsunuzdur.

Öte yandan kamp ne bir tekrar, ne bir atölye ne de bir toplanmadır. Bu anlamda kamp yapıldığı mekan, zaman ve koşullardan ayrı düşünülürse ya kendisinin ölü bir tekrarı olarak kalacaktır ya da içeriği boşalacaktır. Bu durum göz önüne alındığında kamptan sonra gruba aktarılması mümkün olmayan deneyimlerin olduğu aşikardır.

2008 Gümüşlük kampı süresinde yapılan dağ yürüyüşleri bu görüşümün oluşmasına sebep olmuştu. Bu kampa katılamamıştım ama yapılan çalışma ve yürütülen tartışmalardan her gün haberdar olmaya çalışıyordum. Fakat yapılan dağ yürüyüşleri, zaten yürümeyen bu haber alma yöntemimin sonunu getirmişti. Bu yürüyüşler öncelikle mekana, o anki ruh haline ve kişiye ait içsel deneyimlerdir. Aktarımı kolay değildir, en fazla yapılan tartışmaların aktarımı olabilir. Dışarıdan bir göz olarak bu çalışmanın kişinin durabilme, sabredebilme ve en önemlisi yürüyüşü çevresiyle beraber yapabilme yetisini sınadığını söyleyebilirim. Richard Sennett’ in de bahsettiği gibi “ … Böylece mekan salt hareket amacının aracı haline gelmiştir – artık kent mekanlarını onların içinde araba kullanmanın, onlardan çıkmanın ne kadar kolay olduğuna bakarak değerlendiriyoruz. Bu hareket güçlerine esir olmuş kent mekanının görünüşü zorunlu olarak nötrdür. Kent mekanı salt hareketin bir işlevi haline geldikçe, kendi içindeki uyarım kapasitesini de yitirir; sürücü mekanın içinden geçip gitmeyi ister, onun tarafından uyarılmayı değil.” Bu yüzdendir ki dağ yürüyüşlerinde çoğu kimse müzik dinleme veya konuşma ihtiyacı hissediyor. Çevre görmezden geliniyor ve yolculuk anlam kazanmakta zorlanıyor. Çünkü yürümek doldurulması gereken bir etkinlik haline geliyor. Çevre de yürüme gibi, kat edilmesi, bitirilmesi gereken bir araca dönüşüyor. Asla yalnız varolamıyor.

Bu durumun teatral karşılığı ise hareketin ve insanın kendini açığa çıkarma çabasının oyunculukta önemini kaybetmesi ve nötr bir konuma gelmesiyle açıklanabilir. Sahnede “durmak” işte bu yüzden zordur. Seyirci karşısında durmak, tiplemenin koruması altındaki insanı ortaya çıkarabilir ve bu çoğumuz için korku vericidir. Şehir, yolculukta nasıl nötr bir etkiye sahipse ve bu şekilde kurulmuşsa, tiyatroda da hareket ve insani öz o derece nötr konuma gelmiştir. Oyunun ve tiplemenin düzgün akışı için öz ve hareket mümkün olduğunca etkisizleştirilmektedir. Bu engeli kırabilmenin, oyuncunun kendini açığa çıkarabilmesinin yolu, kampta özellikle dikkat ettiğimiz tartışma ve çalışma üslubundan geçmektedir.

1.Seyyar Sahne, İtü Sahnesi ve Bilgi Sahnesi’nin 2007-2008 yıllarında Gümüşlük Akademisi’nde yaptığı tiyatro çalışması kampı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder