11 Aralık 2009 Cuma

Polonya, Wroclaw Günlüğü - Celal Mordeniz

17 Ekim 2009

Polonya’daki festival (Zero Budget Festival) için Dışişleri Bakanlığı bize üç kişilik uçak bileti verecekmiş. 28 Ekimde gidip 15 Kasım’da döneceğiz. İlke, eğer burs bulunursa Gılgamış’ı tek başına hazırlamak istediğini söyledi. Erdem de Workcenter'ın yönlendirdiği, Avusturya’da tiyatro sahibi bir kadına sormuş. O da İlke’nin uçak masrafını karşılamayı kabul etmiş.


18 Ekim

Gılgamış çalışmasında ilgimi, Gılgamış ve Enkidu’nun hikayesi kadar bu hikayeyi binlerce yıl insanlara anlatan hikayeciler de çekiyor.

29 Ekim

Erdem ve İlke’yle Varşova uçağındayız. Oradan aktarmayla Wroclaw’a uçacağız. Grotowski Enstitüsü’nde Tehlikeli Oyunlar ve Gılgamış’ı göstereceğiz. Oğuz, 5 kasım akşamı gelecek Polonya'ya. 5'inde Gılgamış, 6'sında da Tehlikeli Oyunlar olacak. Programda değil ama, ufak bir ihtimal, belki “Ben, Pierre Riviere...”i de göstereceğiz.

Enstitüde bir hafta önce açılan Reading Room’da Grotowski ile ilgili, başka yerde bulunması mümkün olmayan bazı videolar izleyebilecek olmamız heyecan verici.

-

Gılgamış’ı bir nebze çözdük sanırım. En azından takip edilebilir bir öykü kurabildik. İlke’ye anlatıcı metinlerini biraz hızlı söyletince çok rahatladı; dinleyen için de rahatlatıcı oldu bu hız. Hikaye, olması gerektiği gibi hafifledi. Ama henüz bir akış gerçekleştirebilmiş değiliz. İlke’yle burada bir hafta boyunca çalışmaya devam edeceğiz.

30 Ekim Cuma

Dün gece Wroclaw’a vardık. İlk durağımız Avantgarde Hostel oldu. Oldukça sevimli ve temiz bir yer. Adeta bir üniversite yurdu. Sabah, Erdem, Grotowski Enstitüsü’ne gidip oradaki kalınacak yerlere baktı. Enstitü’nün en üst katında iki oda gelenler için tahsis edilmiş. Büyük olanda yedi küçüğünde üç tane yer yatağı varmış. Hemen küçük olan odaya yerleştik. Festival boyunca burada kalabilirsek çok şahane olacak. Enstitü, Tiyatro Laboratuarı’nın 65-84 arasında kullandığı binada kurulmuş. Dolayısıyla binaya girer girmez, daha merdivenlerden yukarı çıkarken bizi bir heyecan sardı.

Saat dörtte bir oyun izlemek için Enstitü’nün salonuna gittik. Salonun adı Apocalypsis Space. Grotowski’nin yönettiği son tiyatro gösterisi Apocalypsis Cum Figuris oyunu bu salonda çalışılıp oynanmış uzun yıllar.

Sabah Hostel’den ayrılıp Enstitü’ye yerleştikten sonra şehri gezdik biraz. Bir-iki saat yürüdük. İstanbul’dan oldukça soğuk havasını çok sevdim. Şehri sarmalayan, yer yer adacıklar oluşturan nehrinde ördekler yüzüyor. Birçok sokak ve cadde sadece yaya trafiğine açık. Oldukça düzenli ve kesintisiz bir yaya trafiği göze çarpıyor. İnsanlar caddelerde, sabahın erken saatlerinden gece geç vakitlere kadar sohbet edip dolaşıyorlar.

2. Dünya savaşında kentin nerdeyse tamamı yıkıldığından, yeniden inşa edilmiş. Aynı şeyi Varşova’da yaptıklarını duymuştum. Savaştan sonra tamamen yerle bir olan eski şehri fotoğraflara bakarak yeniden inşa etmişler. Wroclaw’da ise yenileme yapılırken, hakim Alman mimarisini silmişler. Meğer tipik bir Alman şehriymiş savaştan önce Wroclaw.

-

Saat dörtte izlediğimiz oyun Polonya’nın kuzey sınırında bir kasaba olan Tereminski’den gelmiş. Oyun, Tereminski’de yaşanmış hikayelerden ve yerel şarkılardan oluşturulmuş. Oyundan sonra küçük bir söyleşi oldu. Kendilerini tanıttılar, soruları yanıtladılar. Kasabada, resmi olmayan bir üniversitenin bünyesinde çalışan bir grupmuş. Çok etkileyici bir amatör tiyatro örneğiydi. Tiyatroları için ahşap bir kulübe inşa etmişler. O kulübede tüm kasaba ahalisinin toplandığı tiyatro gösterileri yapıyorlarmış.

Thomas Richards da grupla nasıl tanıştığını anlattı. Workcenter ekibinden Philip ve Benoit ile Polonya’yı dolaşıp bu festivale davet edecekleri grup aramışlar. Tereminski’de bu oyunu izlerken tüm kasabanın orada olup oyunu büyük bir dikkatle izlemesinden ne kadar etkilendiğinden bahsetti. Hatta bazen yaşlı teyzeler, amcalar oyuna müdahele ediyorlarmış "o öyle olmadı" diye.

Akşam sekizde bir video sunumuna gittik. Belçikalı bir tiyatro yönetmeni, Haiti’de 2005’te diktatör Aristide’nin ülkeden kaçmasıyla doruğa ulaşan şiddet dalgası sırasında yaptırdığı maceralı tiyatro çalışmalarını aktardı önce. Ardından bu dönemde tiyatro yapma mücadelesi veren Haitili birçok tiyatro insanıyla yapılmış röportajlardan oluşan bir belgesel video izletti. Belgeseli kendi çekmemiş, sadece belgeseldeki tiyatrocuların bir kısmını tanıyor, bazılarıyla da çalışmış. Ara ara filmi durdurup kısa açıklamalar yaptı bu kişilerle ilgili. Ardından Belçika’da yönettiği bir oyundan bir bölüm gösterdi. Oyununu izletene kadar adam bana kolonyalist zihniyetli bir Avrupalı olarak görünmüştü. Oyunu fikrimi değiştirdi. Gine’den Belçika’ya gitmeye çalışan iki küçük çocuğun hikayesini oyunlaştırmış. Belçika’ya uçan bir uçağın kargo bölümüne gizlice binmişler. Belçika’da donmuş bedenleri bulunduğunda, üstlerinde sadece karneleri ve bir de mektup varmış. Mektupta kendilerini Belçika’ya kabul etmelerini rica ediyorlarmış.

31 Ekim

Bugün saat dörtte, yemek yediğimiz Rura Cafe’de, bir festival toplantısı yapılacak. Akşam yedide de Apocalypsis Salonunda bir performans var. 4’teki toplantıya gitmeyip salon boş olursa salonda çalışmayı planlıyoruz.

Erdem bizi dün küçük bir kafeye götürdü: Chocoffee. Sıcak çikolataya chili acı biber ekip içiyoruz iki gündür. Müptelalık yaratan bir karışım acı biber ve sıcak çikolata.

-

Apocalypsis salonunda İlke’yle çalışıyoruz. Son bölümün metnini düzenliyoruz.

-

Sabah Enstitü binasının bodrum katındaki mutfakta kahvaltı ederken bu binada çalışan Enstitü müdürünün yönetmenliğini yaptığı Theater Zar’ın broşürünü buldum. 1999’dan itibaren yılda bir-iki ay olmak üzere neredeyse her yıl Gürcistan’a gidip polifonik şarkı söyleme tekniği üzerine çalışmışlar. İran’a da 2 kere gitmişler, bir kez de Ermenistan’a. “Zar”, kafkas halklarının birinin dilinde cenaze şarkısı anlamına geliyormuş. Broşürde tanıtımı yapılan üç oyun vardı. Sanırım on yılda üç gösteri hazırlamışlar. Yazılanlardan anladığım kadarıyla müziğin ruhundan tiyatroya ulaşmaya çalışıyorlar. Antik Yunan tiyatrosu gibi...

1 Kasım

Bugün Polonyalıların ölüler günüymüş. Herkes mezarlıklara gidip ölülerini anıyor. Tüm dükkanlar kapalı.

Biz Enstitü’deyiz. Tüm gün salonda çalışacağız. Önce, Pierre’e baktık Erdem’le. Başında ve sonunda bazı değişiklikler yaptım. Oynanmaya hazır.

Dün iki gösteri izledik. Bir de festival forumuna katıldık.

Forum Rura Bar’ın alt katındaydı. Festival'deki oyunlar, etkinlikler üstüne konuşuldu. Toplantının yürütücüleri Thomas ve Mario’ydu.

Gece 11’de İmpart adlı salonun barında Mario Biagini yönetimindeki Open Program’ın bir gösterisi (konseri) vardı: “Electric Party Songs”. Allen Ginsberg’in şiirlerini besteleyerek hazırladıkları “I am America” gösterisinde kullanmadıkları şiirleri ve besteleri bu şekilde sosyal ortamlarda- barlarda, özel evlerin salonlarında vb. yerlerde- sergilemek üzere bir araya getirmişler. Arjantinli oyuncu Alejandro’nun şarkısı sırasında dinleyen-izleyen herkes onunla birlikte bir trans yaşadı. Müthiş bir uyum ve denge oluştu tüm oyuncular ve seyirciler arasında.

Erdem geçen sene Wroclaw’da Workcenter’ın düzenlediği iki haftalık bir workshop’a katıldıktan sonra bu esrime halinden bahsetmişti. Şimdi anlıyorum ki Grotowski’nin Vasıta Olarak Sanat makalesinde bahsettiği asansör metaforu bu esrimeyi açıklamak içinmiş. Öte yandan bu metaforu unutarak baktığımda bu esrime bana Girardian terminolijideki İkame Kurban’ı anımsattı. Ortadaki oyuncu “cinlenmişçesine” hareket ederken diğer oyuncular onun etrafında, ona doğru sürekli yinelenen bir nidayla sesleniyorlar.

2 Kasım

Bu sabah Yunanlı bir grubun yaptırdığı Workshop’a katıldık. Grubun yönetmeni o kadar enerjikti ki duvarları filan yumrukluyordu heyecanlandığında. Bir de bir hareket göstermek için vücudunun bir parçasına dikkat çekmek istediğinde vücudunun o kısmına öyle şiddetli vuruyordu ki... Çok komik bi biriydi. Bir enerji topuydu adeta. Sonuç itibariyle zayıf bir çalışma oldu. Ertesi gün de devam edecekmiş. Tamamen, başladık bitirelim diye geleceğiz.

Akşam yedideki Video enstellasyonu sırasında salonun üst katındaki odamızdan benim laptop çalındı. İkinci kez aldığım ses kayıt cihazı da. Çok asap bozucu.

Aşağıya inip Gılgamış akışı aldık. 51 dakika sürüyormuş. İlke oldukça rahat oynuyor. Güzel bir performans olacak diye umuyorum.

3 Kasım

Bugün reading Room’da Sadık Prens’in videosunu izledim. Çok heyecan vericiydi Cieslak’ı izlemek. İzlerken şunu farkettim. Grotowski’nin son dönemde yaptığı çalışmaların tohumları Sadık Prens’te mevcutmuş. Ortada esriyen bir oyuncu ve etrafında onu bu esrimesi sırasında “destekleyen” diğer oyuncular... Bu form geçen gün izlediğimiz Workcenter gösterisinde de mevcuttu.

Bugün Impart’ta bir video gösterimi bir de seminer vardı. Video, Action’ın İstanbul Aya İrini’deki gösterimi idi. Doğrusu Aya İrini’ye hayli yakışmış Action. Mario’nun baştaki ve sondaki sahneleri ise başdöndürücü.

Akşam Liseli bir grubun oyununu izledik. Bir önceki liseli grubun oyununa benziyordu. 4-5 kişilik bir oyuncu grubu, kendi metinlerini yazmışlar ve sahnede delicesine enerjikler.

5 Kasım

Dün, Erdem’le, oyunu oynayacağımız Tırmanma Gym’ine gittik. Gym, dağcıların tırmanma antremanı yaptıkları bir yer. Büyük bir kilise boyutunda. Biraz fazla sarı. Arkaya siyah perde astık altyazı için o biraz kararttı ortamı.

Önceki gece İlke, Apocalysis salonunda tekbaşına çalışma yaparken Mario Biagini girivermiş salona çalışmayı izlemeye. Tabii İlke tir tir titremiş heyacandan. Action’daki oyunculuğunu görmese bu kadar heyecanlanmayacağını söyledi.

-

Dün akşam, Workcenter’ın Mario yönetimindeki grubunun “I am America” “gösterisini” izledik. Barda gösterilen Electric Party Songs daha iyiydi bence. Şiirlerin bestelenmesinden oluşmuş böyle bir gösterinin yeri sahne değilmiş galiba. Ama yine de izlemiş olmaktan dolayı hayli sevinçliyim. Oldukça ilham verici, zihin açıcı bir gösteriydi.

6 Kasım

Dün Tehlikeli Oyunlar’ı Tırmanma Gym’inde oynadık. Biraz ağır bir deneyimdi doğrusu. Mekan ve hava ancak bu kadar soğuk olabilirdi. Tüm oyunun İngilizceye çevrilmesi de iyi bir etki yaratmadı. Kelimeler o kadar hızlı aktı ki ekranda, seyircinin bir kısmı yazıyı takip etmek isterken ne Erdem’i ne de yazıları takip edebildi. Oyunun sonunda seyircilerin yarısı gitmişti. Bu “tecrübe”de en büyük pay benim elbette. Oyunun öyle bir mekanda sırf salıncaklar asılabiliyor diye oynanmasına evet dememeliydim. Oyundan bir gün önce gördüğümde aklımdan ilk geçen şey burada oyunun oynanamayacağı olmuştu. Oysa, tramvayla dönerken Apocalypsis Salonunda salıncaklar yerine sandalyelerle oynamayı tasarlamaya çalışıyordum. Bunun olamayacağına kanaat getirdikten sonra, festival ekibine aynı saatte Enstitü’de Ben Pierre Riviere...’i oynamayı önermeyi düşündüm. Ama Erdem o kadar istekliydi ki T.O.'yu oynamak konusunda... Neyse, bundan sonra uygun mekan olmadan oynamaya çalışmamalı.

Dün akşam Oğuz geldi. Doktora sınavını verip uçağa binmiş.

-

Bu akşam Gılgamış var.

7 Kasım

Dün Gılgamış’ı oynadık. İlke yapıyı oturttu, ancak biraz daha çalışıp nefesini rahatlatması gerekiyor. Nefesi biraz problemliydi. Tam ve rahat nefes alamadı zaman zaman. Ama seyircilerden aldığımız yorumlar oldukça cesaret verici oldu. Şarkıların tınısı ve yapının basitliği beğenilmiş. Çok sevindik.

Akşam da müstakil bir evde bir parti vardı ona katıldık. Aslında partide “Electric Party Songs” olacaktı ama grubun sadece üçte biri hastalanmadan sağlam kaldığı için oldukça kısa bir versiyon oldu. Ev tam bir 60’lar filminin dekoru gibiydi.

Erdem’le İlke, partide Lisa Wolford’a Gılgamış’ı nasıl bulduğunu sordular. O da oyunu çok beğendiğini, Erdem’in de sahneye çıkmasını-kısa bir anlığına da olsa- beklediğini söylemiş.

Bir de İngiltere’den festival için gelen biriyle tanıştık. Zeynep'in dersinden tanıştığım arkadaşım Sema bir konuşmamızda kendisinden saygı duyduğu bir tiyatrocu olarak bahsetmişti. Göze, Londra’da oyunculuk üzerine pratik bir doktorayı yeni bitirmiş. Şimdi orada bir üniversitede hocalık yapıyormuş. Kendisiyle bu sabah buluşup kahve içip sohbet ettik. Gılgamış’ı beğendiğini söyledi. T.O.’yu izleyememiş. Aralık’ta İstanbul’a gelecekmiş. Geleceği günü bize önceden haber verirse o günlere bir Tehlikeli Oyunlar koyabileceğimizi söyledik. Kendisini çok sevdik.

Bugün saat ikide Rus kökenli Amerikalı bir yönetmenin söyleşisi vardı. Bize oyunculukta peşinde olduğu şeyi anlattı. Aradığı, ruh-beden ayrımını ortadan kaldıracak bir oyunculuk imiş. İlkel akıl ile sürekli gerekçeler arayan akıl ayrımı yaptı ve oyunculuğun ilkel akıl ile canlı ve hakiki olabileceğini söyledi. Thomas Richards’ın Yale’den hocasıymış. Burada gerçekleştirdiği üç günlük bir workshop’un ardından bu konuşmayı yaptı.

8 Kasım

İlke dünden beri hasta. Bugün yataktan hiç çıkamadı. Oğuz da hastalandı bugün. Akşam da Erdem öksürmeye başladı. Workcenter ekibinden de hastalanmayan 2-3 kişi kalmış. Herkes H1N1 oldu galiba.

Dün, bir İtalyan grubun oyunu vardı: Me/Dea. Dehşet birşeydi. Oyunun sonlarına doğru salon gülmeye başlamış. Ben ortasında bir yerlerde çıktım. Çünkü beni de gülme tutmaya başlamıştı. Medea'yı bir erkek yapmışlar ama niye yapmışlar belli değil. Bir de öylesine çok klişe vardı ki oyunda...

Bugün saat 2’de İlke’nin yol parasını veren Gül Hanım’la buluşup sohbet ettik. Gılgamış’a dair epey olumlu yorumlar yaptı. Araştırıp bulduğunuz şeyleri mutlaka geliştirmelisiniz dedi. İlke’nin sahnedeki rahatlığında bir “intelligence” vardı dedi. Tehlikeli Oyunlar içinse; sahnelemenin, oyunculuğun, uyarlamanın hakkı verilmişti ama biraz uzundu dedi.

9 Kasım

İlke İstanbul’a döndü.

14:30’da Impart’ta felsefe doktorası yapmış bir İtalyan akademisyenin konuşması vardı. Konuşmanın adı “Body at Work” idi. Beden ve çalışmanın birbirlerinden neşet ettiğini, ruhun da çalışmayla kazanıldığını söyledi. Bütün konuşmasını Grotowski’den alıntıladığı iki cümle üzerine kurdu. Birincisi, oyuncunun sahnede kendini “yaktığında” seyirci tarafından görünenin bir dizi canlı itki akışı olduğunu söylediği, Yoksul Tiyatroya Doğru makalesinden bir cümle, diğeri de sanırım yine aynı makaleden tiyatronun seyirci ile oyuncu arasında gerçekleşen bir karşılaşma olduğunu söylediği cümleydi.

Konuşmanın ardından aynı salonda bir deneme gösterisi vardı. İki monolog ve bir dans gösterisinden oluşmuş bir gösteri... Gösteri, çağdaş gösteri klişelerini başarıyla kullanıyordu. İlk kez bu oyun dakikalarca alkışlanmadı. Oysa çok zayıf bir oyun değildi ama sanırım oyuncuların sahnedeki ukalalıklarının sonucu alkış uzamadı. Mesela dün akşam yaşlı bir deliyle genç bir rahibenin aşkının anlatıldığı oyun oldukça zayıftı ama seyirciye tepeden bakmadıkları için tekrar tekrar alkışa çıktılar.

-

Dün Benoit bana, Erdem ve İlke’yle ne kadar zamandır birlikte çalıştığımızı sordu. Ben 10 yıldan fazla bir zamandır diyince epey bir şaşırdı. Jessica da Erdem’e oyunda, yönetmenle oyuncunun güçlü bir dil yarattığı görülüyordu demiş.

-

Tüm Workcenter ekibindekilerin naiflikleri, herkesle ilişki kurmaya çalışmaları, festivale epey bir anlam katıyor. Gerçekleşen şey tam bir festival oluyor bu sebeple. Herkes birbiriyle temas etmeye çalışıyor. Tüm bunların toplamı çok etkileyici bir deneyim oluşturuyor.

Lisa Wolford’un konuşması ilginçti. Tiyatroya dair iki köken teorisi olduğunu tespit ederek başladı. Birincisi oldukça yaygın ama nispeten yeni olan teori; tiyatroyu antropolojik bir nazariyeden bakarak açıklamaya çalışmak. Bu yaklaşımın iki kurucu babası Victor Turner ile Schehner’dır dedi. Biri antropoloji kökenli diğeri de tiyatro. Diğer teori ise antropolojik yaklaşımdan önce çok yaygın olan edebi tiyatro teorisi. Okuma yazma oranı bu derece artmadan önce çoğu edebiyat eseri kamuya açık toplantılarda okunurmuş. Bu etkinliğin tiyatronun antropolojik ya da dinsel –ayinsel olmayan kökenini oluşturduğunu söyledi. Bu kökenin de yeniden hatırlanmasına ihtiyaç olduğunu söyledi.

Buraya gelişimizin en önemli kazanımlarından biri de İlke’nin Gılgamış’ı tek kişilik bir performans olarak göstermesi oldu kanımca.

10 Kasım

Bu sabah Reading Room’da birkaç video izledim. İlkin, 1975’te Wroclaw’da gerçekleşen Theater of Nations Üniversitesi belgeselini izledim. Grotowski oldukça dışa dönük bir tipmiş. Ardından, Grotowski ve tiyatrosuyla ilgili çekilmiş ilk film olma özelliği taşıyan, bir sinema öğrencisinin bitirme projesini izledim. Grotowski burada 26-27 yaşlarında konuşmayı pek seven biri olduğu hemen anlaşılıyor. Belgeselde grubun yaptığı ses, akrobasi ve korporal çalışmalardan kesitler de var. Doktor Faust oyununda bazı görüntüler de eklenmiş. Daha sonra bir amatör kamereman tarafından çekildiği anlaşılan Hamlet çalışmasının prova kayıtlarını izledim.

Laboratuar Tiyatrosu’nun 60’larda ve 70’lerde yaptıkları hareket ve ses çalışmalarını görmüş olmak beni çok sevindirdi. Grotowski metinlerine görsel malzeme de eşlik edince insanın kafası daha da netleşiyor onun çalışmasıyla ilgili.

11 Kasım

Dün akşam Rynek’te bir grup asker toplanmış tören yapıyordu. Bandoyla marş falan çaldılar, havaya ateş ettiler. Bu sabah ise Oğuz’la kahvaltı edecek yer ararken her yerin kapalı olduğunu gödük. Etrafta bayraklar asılıydı. 11 Kasım Polonya’nın kurtuluş günü filan herhalde. Biraz dolaşınca bir meydanda ilkokul ve lise öğrencilerinin toplandığını gördük. Sonra bir at arabasının ardından yürüyüşe geçtiler. At arabasında da zaferi kazanan generalin benzeri olduğunu tahmin ettiğim biri vardı.

-

Dün saat ikide Rura Bar’daki foruma gittik Erdem ve Oğuz’la. Lafın lafı açtığı güzel bir toplantıydı. İtalyan felsefeci kadın yüzünde mevzu arzu, farklılık, ötekilik kavramları etrafında döndü.

Ardından akşam yedide bir sinagogta oynanan bir oyuna gittik. Bir roman uyarlamasıymış. Yahudi bir kızın kılık değiştirerek sınırları geçip sevgilisini bulmaya çalışmasını anlatıyordu. Biraz tutuk bir oyundu.

Saat dokuzda Grotowski Enstitüsünde “Küçük bir Anlatı” adlı bir gösteri vardı. Öyküyü, önündeki bir metinden okuyan adamın mütevazi tavrı hayli sıkıcı olabilecek gösteriyi takip edilebilir kılıyordu. Bir gün, dedesinin Komünist Parti’ye çalışan bir ajan olduğunu öğrenmiş ve dedesinin hikayesini sahneye taşımaya karar vermiş. Kendi hikayesi olmasına rağmen son derece mesafeli bir dil kullanıyordu. Okurken arkasındaki projeksiyon perdesine, okuduğu metinden bazı kelimeler yansıtıyordu elindeki uzaktan kumanda yardımıyla. Bir de üç tane performanstan parçalar gösterdi. Bu üç performansın ortak özelliği hepsinde tek bir kadının oynaması ve kadınların hepsinin de çırılçıplak olmasıydı. Bilemiyorum, belki de bu gösterilerden esinlendiğini anlatmaya çalışıyordu.

Dün, Thomas Richards Erdem’e, İlke’nin gittiğini yeni öğrendiğini ve kendisine tebriklerini iletmesini söyledi. İlke’nin çalışmasında gelişmekte olan değerli bir şeyler gördüğünü söyledi.

-

Grotowski’nin prodüksiyonlar döneminden, en son dönemi olan Vasıta Olarak Sanat dönemine gelişini ölüm ritüellerinden yeniden doğum ritüellerine geçiş olarak görebilirmişiz gibi geliyor. Ancak bu iki türün de aynı olayın anılmasından başka bir şey olmadığını da belirtmek gerekiyor. Bir madalyonun iki yüzü gibi. Anılan olay her türlü farklılık düzenini kuran, kültürün temeli olan olaydır. Yani bir kurban edimidir. (Girard) Çünkü bizi biz yapan ve biz’in içinden ben ve sen’i birbirinden ayıran bu olaydan daha değerli bir şey yok. Grotowski, kanımca bu kurban ediminin izini sürüyor tüm dönemleri boyunca. Yani Sadık prens’teki Cieslak’la, Action’daki Thomas Richards aynı kişinin varyasyonları. Sadık Prens’te olayın karanlık yüzüne bakarken Action’da aydınlık yanına baktığımızı düşünüyorum.

Bir İtalyan Profesörün Workcenter ve I am America üzerine verdiği bir seminere katıldık. Dalcroze’un çalışmasıyla Grotowski’nin çalışmasını karşılaştırarak başladı seminere. Her ikisinin de aslında sonuca değil sürece odaklandığını, geliştirdikleri tekniklerin ne gibi sonuçlar doğuracağıyla ilgilenmediklerini söyledi. Bir de, Workcenter’ın çalışmalarının canavarca, yani insanüstü bir çabanın ürünü olarak görülme eğilimi olduğunu söyledi. Bu bakışın Workcenter’ın çalışmalarının etkisinden kurtulma çabasının bir sonucu olduğunu söyledi. Ama canavarca görülmediği sürece Workcenter’ın çalışmasının hem performans sanatçılarının çalışmaları hem de her tür insanın çalışması için bir örnek ve meydan okuma olacağını iddia etti.

-

Akşam I am America’yı izledik. Bu ikinci izleyişimde bu performansın kesinlikle sahne-seyirci ayrımını kaldıramadığına kani oldum. İzleyen-dinleyenlerle performerlar arasında en ufak resmi ilişkiyi çağrıştıracak konumlanma gösterinin etkisini zayıflatıyor. Öte yandan performerların, gösteri başlamadan önce tüm gelenlerle tek tek göz teması kurarak selamlaşmaları ve gösteri bittikten sonra alkış sırasında tek tek herkese gözleriyle teşekkür etmeleri çok etkileyiciydi.

12 Kasım


Dün I am America’nın başlamasını beklerken Nat’e bizim gösterileri nasıl bulduğunu sordum. Tehlikeli Oyunlar'ı hayli beğendiğini; çok iyi yönetilmiş, oynanmış olduğunu söyledi. Keşke söylenenleri anlayabilseydim diye düşünmüş oyunu seyrederken. Gılgamış içinse; İlke’nin biraz daha cesarete ihtiyacı olduğunu söyledi. Ama Gılgamış’ta yapılan tüm tercihleri, tüm yapıyı çok beğendiğini; oyunu seyrederken bu formun muhtemelen tiyatronun en ilksel formu olduğunu farkettiğini söyledi: İnsanlar tarafından çepeçevre sarılan oyuncu-şarkıcı. Son olarak İlke sahnedeyken gurur duydum, çünkü onu tanıyordum dedi.

-

Bu sabah, Reading Room’a gidip video izledim. Fransız bir oyuncu olan Alexis halihazırda bir videoya başlamıştı. Ben de ona katıldım. “Vigil” adlı bir videoydu. Grotowski’nin para-tiyatro çalışmalarından bahseden bir videoydu. Bu döneminde Grotowski’nin partneri olan Jacek Zmyslowski’nin önderliğinde yapılan çalışmaları izledik. İlginçti. Oyuncular ve oyuncu olmayanlardan oluşan kalabalık bir grup genişçe bir salonda devinip duruyorlar. Çoğu zaman bu devinme 4 saat sürüyormuş. Katılımcıların kendileri tamamlıyormuş devinmeyi. Ardından bir Cieslak belgeseli izledik. Trajik bir karakter olduğunuj az-çok biliyordum ama belgeselde bu çok açık bir şekilde görünüyordu. 30’lu yaşlarının başında tüm dünyada dünyanın en iyi oyuncusu olarak selamlanırken ve oyunculuğu çok ama çok severken birden neredeyse taptığı yönetmeni Grotowski artık tiyatro yapmamaya karar veriyor. O da Grotowski nereye gidiyorsa gitmeye çalışıyor. Ama artık Grotowski’nin yanında başka “gözde”ler beliriyor. Cieslak kendini aforoz edilmiş gibi hissediyor anladığım kadarıyla. Cieslak tanrısı tarafından istenmeyan ya da artık eskisi kadar istenmeyen bir inanmışın haleti ruhiyesine bürünüyor ve ölene kadar da bu aforozun ağırlığını üstünden atamıyor. Tam bir roman karakteriymiş yani Cieslak. Başkasının arzusunu arzulayarak bu arzunun ağırlığı yükünden kurtulamayıp kendini yokoluşa sürükleyen bir karakter. Belgeseldeki hemen herkes Cieslak’ın gittikçe artan bir yoğunlukta içki ve sigara kullandığını söylemesi de sanırım bu öz—yıkıma vurgu yapmak istemelerinden kaynaklanıyordu.

Son olarak Zygmunt Molik’in 2008 yılında Brzezinka’da yaptırdığı bir workshop’u izledik. Fazlasıyla klasik bir workshoptu ama neredeyse 80’indeki Molik’in azmi, enerjisi ile Brzezinka’nın görüntüleri; çiftlik evi, orman vs. hayranlık uyandırıcıydı.

Bugün Impart’ta bir şarkılı oyun izledik. Çok naif, çok sempatik, “Miniminnacık bir karhelvası” tadında bir oyundu.

Oğuz bu sabah İstanbul’a döndü. Erdem ve ben de Salı sabahı döneceğiz. Festival bu akşam önce bir panel, ardından da bir partiyle sona erecek. Biz de Erdem’le yarın sabah Enstitü’den ayrılıp Avantgarde Hostel’e yerleşeceğiz.

-

Sanırım bu festivale katılmak bizim üzerimizde tahminimden fazla etkide bulunacak. Workcenter’ın çalışmalarıyla ve de üyeleriyle karşılaşmak, onların dünyayla, başkalarının çalışmalarıyla kurduğu ilişkiye tanık olmaktan dolayı kendimi şanslı hissediyorum.

13 Kasım

Festival dün akşam bir partiyle sona erdi. Ondan önce Thomas ve Mario’nun küçük birer konuşma yaptığı bir salon toplantısı vardı. İkisi de genel olarak festival üzerine konuştular ve gerçekleşen şeyin öneminden bahsettiler. Bizim de burada kendi aramızda konuştuğumuz; coşkunun, açıklığın ve kutlamanın festivali festival yapan şeyler olduğunu söylediler. Mario, karşıdakine bir alan vermenin hatta hediye etmenin önemini anlattı. Seyirciler arasında iki kadın 75’te Grotowski’nin Wroclaw’da organize ettiği Theater of Nations Üniversitesi etkinliğini izlemişler. O dönemde gerçekleşenle bugün burada yaşanan şeyin benzerliğini, aynı ruhun yaşıyor olduğunu görmekten duydukları memnuniyeti ifade ettiler.

Sonra Reading Room’da birlikte video izlediğimiz Alexis ile toplantının yapıldığı Impart’tan Rura Bar’a sohbet ederek yürüdük. 40 yaşında orta çaplı bir orta yaş bunalımına sahip eski bir yönetmen. Şimdi sadece oyunculuk yapıyormuş. Ludwik Flazsen iki yıl boyunca hocası olmuş ama kendisine Grotowski’den hiç bahsetmemiş bu süre boyunca. Ancak iki yılın sonunda kendisine Grotowski kitapları verip Grotowski ile tanışmasını sağlamış. Daha sonra Zygmunt Molik’in workshop’una katılmış. Bu festivale de karısına bir doğum günü hediyesi olarak gelmiş. Yani, karısı Paris’te kalmış hediye olarak onu biraz yalnız bırakmak istemiş anladığım kadarıyla.

14 Kasım

Bu sabah Nat’in kaldığı dairede birlikte kahvaltı ettik. Ardından üçümüz botanik parkını gezdik. Nat epey heyecanlı, Pazartesi Thomas’la çalışmaya başlayacaklarmış. 4 erkek seçilmek için bu çalışmalara katılacakmış. Thomas’ın iki erkek oyuncu almayı düşündüğünü duymuş Nat.

Oyuncu olmaya 25 yaşında karar vermiş. Şimdi 34 yaşındaymış. Workcenter’a girmek için yaşının biraz dezavantaj oluşturabileceğini düşünüyor çünkü grup üyelerinin yaş ortalaması 23-24.

Dün, Enstitü’deki yatakları salona yığıp ortalığı toparladık Benoit ve Ursula’yla birlikte. Ardından festivalin son günü izlediğimiz sevimli şarkılı-oyunun yönetmeninin bir kafede yaptığı sunumu izlemeye gittik. Neredeyse Thomas’ın tüm ekibi de oradaydı. Kadın Tibet ve Hindistan’a gidip 4 ay kalmış ve Tibet Budizmi üstüne çalışmış. Bize gezisinde çektiği fotoğrafları gösterirken gezisini anlattı. Sunum biraz sıkıcıydı fazla Avrupa merkezli bir bakışı yansıtıyordu ama yine de gezisini burada kamuya açması hoştu.

15 Kasım

Bu sabah Nat’in kaldığı daireye taşındık. Daire Enstitü’ye ait bir çeşit misafirhaneymiş. Bizden önce Mario kalıyormuş.

Erdem’le müze gezelim bari dedik ve Ulusal Müze’ye gittik. Biraz geç kaldığımız için sadece 45 dakika gezebildik. Çok zengin bir müze olduğu söylenemez. İkonalardan, İsa’nın hayatından kesitler anlatan ahşap oyma üç boyutlu tablolardan ve bazı kilise babalarının tablolarından başka pek bir şey yoktu.

Müzeden dödükten sonra Nat bize Thomas’ın, kendisinden hazırlamasını istediği şarkıyı gösterdi. Birkaç öneri yaptık ama çok detaylı çalışmadık. Sonra hep beraber Sushi yemeye gittik. Eve dönünce Julius Sezar’dan seçtiği tiradını çalıştık beraber. Sanırım çalımanın ardında Nat organik bir akış gerçekleştirebildi. Kendisi de ortaya çıkan şeye şaşırdı. Ardından, kısa bir süre şarkısına baktık. Ben bir kaç öneri yaptım ama detaylı çalışmadık.

Yarın Erdem’le Workcenter ekibiyle çay-kahve içmeye davetliyiz. Umarım relax bir ortam olur.

16 Kasım

Öyle sanıyorum ki, Wroclaw’daki günlerimizin en yoğun günü oldu bugün. Başlangıçta festival bittikten sonra kalmaya devam etmemizin gereksiz olduğu hissine sahip olduğumu itiraf etmeliyim. Ama Nat’le yaptığımız çalışma ve bu akşam gerçekleşen buluşma tüm Wroclaw maceramıza daha da anlam kattı.

Wroclaw’daki son günümüze sabah onda Reading Room’da video izleyerek başladık. Önce “My Dinner with Andre”yi izlemeye başladık ama bizi pek açmadı o yüzden yarısında bıraktık. Sonra benim birkaç gün önce yarısını izlediğim Vigil’i izledik. Acting Therapy, Theater and non-Theater, belgesellerini Grotowski’nin Margaret Croyden’le yaptığı bir televizyon söyleşisini izledik.

Vigil 1978 yılında İtalya’da çekilmiş. Jacek Zmyslowski önderliğinde aralarında Jairo Cuestia’nın da bulunduğu uluslararası küçük bir grubun yaptırdığı bir çeşit hareket çalışması. Bizim iki sene önce yapmaya başladığımız çalışmalar bu çalışmalara benziyordu. Videonun başında Andre Gregory Jacek ve ekibiyle bir söyleşi yapıyor. Ardından genişçe bir salonda kalabalık bir katılımcı grupla yapılan hareket doğaçlamalarını izlerken Jacek çalışmayla ilgili açıklamalar yapıyor.

Acting Therapy filmi ise 1975’te Wroclaw’da Apocalypsis Salonu'nda Zygmunt Molik’in yaptırdığı ses ve hareket çalışmalarından oluşuyor. Çalışma sırasında yapılan konuşmalar dışında filmde bir metin yok. Film, Molik’in bir oyuncuyla yaptığı ses çalışmasıyla açılıyor. Bu ikili çalışma ara ara geliyor ekrana. Oyuncu tam anlamıyla kasılmış durumda. Ancak bu kasılmada en büyük pay Molik’in görünüyor. Oyuncuyu asla rahat edemeyeceği bir duruşa zorlayıp duruyor. Film ve çalışma ilerledikçe Molik önce oyuncuyu omuzlarından tutup sıkarak adeta güreşmeye başlıyor. Oyuncu haliyle daha da kasılıyor. Güreş devam ettikçe ediyor. Bu sahneleri izlerken artık ses çıkarmadan gülmekten gözümden yaşlar gelmeye başlıyor. Sonra başka çalışma görüntüleri giriyor ardından yine Molik’le oyuncuyu görüyoruz. Bu kez Molik oyuncuyu bir duvara sıkıştırmış alt koluyla oyuncuyu duvara doğru tüm gücüyle bastırıp duruyor. Bununla da kalmayıp oyuncu iki büklüm oluncaya kadar sıkmaya başlıyor göğsünden kavrayarak. Tabi tüm bu güreş ve sıkıştırma boyunca oyuncunun sesinde olumlu anlamda en ufak bir değişiklik olmuyor. Hatta daha da kasılıyor. Sonra birden Molik oyuncuyla güreşi sonlandırıyor ve onu yavaşça serbest bırakıyor. Bu andan itibaren oyuncunun sesinde ve hareketlerinde bir rahatlama gerçekleşiyor. Sesi dahil tüm bedeniyle dans etmeye başlıyor. Tabii yaşanan şey mucize filan değil göreceli olarak rahatlamanın verdiği bir coşku yaşanıyor. Üstelik oldukça kaotik bir coşku...

-

Saat beşte bir eve davetliydik. Thomas Richards ve grubu bizi karşıladı, çay-kahve ikram etti. Bizim dışımızda 6 davetli daha vardı. 4’ü bu sabahtan itibaren ekiple seçmelere katılan ve ikisi de onların arkadaşı olan ve festival boyunca gönüllü olarak çalışan kişilerdi.

Workcenter ekibi bizi tanımak için sorular sordular. Benoit bizim grup üyelerinin aidat topluyor olmasına önce şaşırdı sonra aidatların birilerinin tam zamanlı tiyatro yapabilmesine katkı olduğunu öğrenince biraz aklı yattı.

Ardından biz de Tehlikeli Oyunlar ve Gılgamış’a dair düşüncelerini sorduk. Hemen herkes iki gösteriyi de izlemiş. Her ikisi hakkında da uzun uzun yorumlar yapıldı. Nat benle Erdem’e daha önce söylediklerini daha detaylı olarak tekrarladı.

Thomas özellikle Gılgamış’la ilgili uzun bir değerlendirme yaptı. Sürece dair sorular sordu. İlke’nin uzun bir süre ben bu hikayeyi niye anlatıyorum diye bunalımda olduğunu söylediğimizde bu sorunun ve bunalımın çok değerli olduğunu söyledi. İlke’de bir hikaye anlatıcısında olması gereken çok önemli birşey olduğunu söyledi. Bu da sahnedeki rahatlığı ve prezans’ı sanırım. Ekiptekilere dönüp, birisinin size siyah tişört ve pantolon giyip bir salonda her tarafı insanlarla doluyken gülümseyerek bir hikaye anlatacağını söylediğini duysanız muhtemelen ona gülerdiniz değil mi dedi. Ama kulağa son derece saçma gelen bu proje sahnede oldukça inandırıcı bir performansa dönüşmüş dedi. İlke’nin sahnedeki gülümsemesinden çok etkilenmiş. Geçen Haziran’da gösterdiğimiz iki kişilik versiyonu fazlasıyla ağır bulup bu ağırlıktan kurtulma çabamızın doğru bir çaba olduğunu söyledi. Zaten bu hafiflemenin gösterinin baştaki üçte ikilik kısmında başarılmış olduğunu ve bu kısımda, kendisi yıllar önce Gılgamış’ı oynamış biri olarak dahi, hikayeyi büyük bir heyecan ve merakla takip ettiğini ama son üçte birlik kısımda İlke’nin “duyguyla” oynamaya başladığını ve o zaman ilgisini kaybettiğini söyledi.

Tehlikeli Oyunlar’la ilgili olarak yorum yapmadan önce festival yönetmeni olarak özür diledi. Sizi çok kötü şartlarla mücadele ettirdiğimiz için üzgünüz dedi. Tüm bu şartlarla mücadelenizi de takdir ettim dedi. Oyunla ilgili daha önce söylenen bir çok şeye katılmakla birlikte hala daha çalışılıp detaylandırılacak yerler olduğunu söyledi. Benoit daha önce Erdem’in eylemlerinin “precise” oluşundan bahsetti. Her iki oyunda da hikayenin oyuncunun önünde oluşundan duyduğu memnuniyeti ifade etti. Tehlikeli Oyunlar’da oyuncunun kendini açığa çıkardığı anlarda gösterinin adeta “patlama” yaptığını söyledi. Bu anların daha da çoğaltılabileceğini söyledi.

Ardından Thomas sanırım biz de sizlere birşeyler gösterebiliriz dedi. Çay-kahve içtiğimiz genişçe bir sehpa ve üstünde oturduğumuz sandalyeler ve sıralardan başka bir şey olmayan yaklaşık 15 metrekarelik salonu düzenlediler. Oturacağımız yereri ayarladılar. Üstünde bir-birbuçuk yıldır çalıştıkları yeni eserlerini sergilediler. Bir çeşit “Action”dı. İzlerken ve dinlerken şarkılarındaki ve eylemlerindeki kesinlik, oyuncuların şarkı söylerken zaman zaman adeta bir çocuğa ya da yaşlı bir kadına dönüştüklerini görmek çok heyecan vericiydi. Öte yandan kendilerinden başka birisi olmadılar. Daha çok kendilerine birilerini ekliyor gibiydiler. Bir çeşit transformasyon yaşıyorlardı. Kendi sınırlarını genişletmeleri ve bunu oldukça “nazik” bir şekilde gerçekleştirmeleri; asla bedenlerini, seslerini, mekanı ya da başka herhangi bir şeyi zorlamadan yapmaları çok şaşırtıcıydı.

Bir de tabii ki olay’daki en önemli nokta olayın kuruluşuna gösterilen özendi. Bizler izleyicilerdik elbette ama öte yandan gerçekleşen olayın o denli bir parçasıydık ki kendimizi ayırıp tamamen seyirci olamazdık. Bir gösterinin hem parçası hem de izleyicisi olmak çok sık yaşanmayan bir deneyim. Apartmandan çıkıp yürümeye başladığımda beni saran neşe’den de anlayabildim bunu.


17 Kasım

Varşova-İstanbul uçağındayız. İstanbul'a varınca ilk yapacağım şey bir Taraf gazetesi alıp okumak olacak. Bir de İSAM Kütüphanesi’nde çalışmayı özledim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder